5.02.2007

TIK TIK TIK!... RUM SÖRVIS


Alıştım artık sevgili dünlük, buraya geldim geleli her tür şekle girmek, her tür işe bulaşmak müstehak oldu bana... "Ne oldu hayırdır?" diyeceksin ama hepten yalan bir meraklanma olacak bu... Bırak, yeme şimdi beni sevgili dünlük, sen benim bir uzantımsın... Hayatımdaki gelişmeleri bilmemen, olan bitene yabancı kalman imkansız. Haa, "Abi elbette ki biliyorum ama ben yazına eser miktarda akıcılık katmak için öyle yapıyorum" diyorsan bir sorun yok. O zaman ben de senin alnından öperim be sevgili dünlük, hatta bu kaba ve yersiz çıkışımdan dolayı özür bile dilerim senden. Biliyorsun bazen böyle patavatsızlıklarım tutuyor… Sus, onaylama!... Onaylamak yok, demedim mi ben sana? Kendi hakkımda olumsuz bir yargıda bulunduğum vakit sukut içinde dinleyeceksin beni. Kafa sallamak, pişmiş kelle gibi sırıtmak yok.

Saolsun, beni sürekli takip eden arkadaşlarım bilirler ama televizyonunu yeni açan seyircilerimiz için tekrar etmekte fayda var. Efendim, bendeniz üç aydır gurbetten yazıyorum yazılarımı. Bir elimde memleket hasreti, bir elimde kendini geliştirme tutkusu olduğu halde oturuyorum masaya. Güzelce karıp destemi, kesiyorum... Az önce tam da bunu yapmıştım işte; ruh hali destemden bir kart çektim ve "Hımm anlaşıldı, bugün hüzünlü değil komik bir yazı yazacağız"  dedim. Sen de ordaydın, duydun di mi beni sevgili dünlük? Hişş, sana diyorum... Niye konuşmorsun kuzum, yoksa bilmeden incittim mi seni?
    
>>

Efendim, televizyonunu yeni açanlar başka kanallara geçmedilerse devam edeyim; üç aydır Mayami (Miami) de bir otelde çalışıyorum. Asıl görevim ve buraya gelme amacım, golf sahalarının (bu otelde beş farklı saha var) bakım ve onarım işlerini yapan departmanda çalışmak idi. Halen bu asli görevimi yerine getirmekle birlikte bazı yan işler de yapmaya başladım. Bunlar restoranda piyano çalmak ve otel çalışanlarının yemek yediği kafeteryada kasiyerlik yapmak gibi işlerdi. Evet, yazının başlığından ve fotoğraflardan da tahmin ettiğiniz gibi bu işlere bir yenisi eklendi:

Oda Servisi (Rum Sörvıs)

YEC, İleri Oda Servisleri Uzmanı

Daha önceleri doğru dürüst otelde bile kalmamış biri olarak ne işim vardı benim oda servisinde? Ne anlardım ben odalara dalıp çıkmaktan? Ama işte oluyor be arkadaşlar, hayat hiç beklemediğiniz anlarda yeni tecrübelere çağırıyor sizi… Öyle bir yazdım ki, sankli oda servisinin daimi elemanı olarak başlamışım gibi bir hava çıktı. Yok canım, tüm bu lakırtı ve bu koca yazı toplam sekiz saatlik bir maceradan ibaret. Hepsi bu…

Herşey, Nikılıs’ ın geri dönmesi ile başladı. Nikılıs uzun zamandan beri kafeteryada çalışan bir adammış ve inanılacak gibi değil ama tek işi de buymuş. Yaklaşık bir aydır işinden uzak olmasının sebebi ise bir sağlık problemi yüzünden hastahanede (hospitıl) yatmakta olmasıymış. Uzun lafın kısası, beni kafeteryaya almalarının sebebi Nikılıs’ ın yerini doldurmakmış meğerse… Yani adam geri gelince bana kısaca “teşekkürler ve güle güle” dediler. Amerikalıların bu tür işleri yapmakta özel bir yetenekleri var şimdi haklarını yemeyelim; İki dakikada seni işe alıp acayip bir sorumluluk veriyorlar ve yine iki dakikada işine son verip tüm sorumluluğu bir anda geri alıyorlar… Arada geçirdiğin zaman ve edindiğin tecrübe yanına kalıyor allahtan, bir miktar da Bencamin Franklin…

Kafeteryadan ayrıldığıma biraz üzüldüm açıkçası çünkü çok sosyal ve kolay bir işti. Tek yapmam gereken bütün gün sandalyede oturup gelip geçenle sohbet etmekti. Gerçi onlar ilk başta yemekleri pahalı satıyorum diye biraz bozulmuşlardı bana. Ama süpervayzırımın dediğinden başka birşey yapmıyordum ki ben, her yemek grubunun belli fiyatları vardı ve bir kaşık daha az alındığında değişen birşey olmuyordu. Ama sonraları biraz insiyatif kullanmam gerektiğini anladım. Bazı hallerde bir içeceği bedava vermek, bazen salatanın üzerindeki tom balığını görmezden gelmek gerekiyormuş… Ne bileyim ben, burası amerika diye basıyordum fiyatı… Sonradan biraz yumuşadım ve benle sohbet edenlerin sayısında büyük artış oldu… Ahh, ahhh yanarım yanarım, Culya’ ya yanarım, Mersedes’ e yanarım ben… Artık onların yemek molalarını kara kuru bir Nikılıs süsleyecek, tabi süsleyebilirse…

Türkiye’ deki oteller nasıl, orada çalışan personel neler yapar hiçbir fikrim yok ama burası yedi gün-yirmi dört saat çalışan bir arı kovanı gibi… Müşterilerin hiçbir şeyden haberleri olmasa da arka planda, sahne arkasında büyük savaşlar yaşanıyor. Yüksek tavanlı, ışıltılı salonların herhangi bir köşesinde ustaca gizlenmiş demirden bir kapı gördüğünüzde hiç şüpheniz olmasın, bilin ki orası otelin kalbine giden gizli bir dehliz, savaşların koptuğu sokaklara açılan kapıdır. Oradan içeri attığınız her adımda alınteri ve kazanmak için harcanmış hayat parçaları göreceksiniz. Dehlizlerde yanınızdan büyük bir telaşla geçenler yüzde seksen ihtimalle unutacaklar -otel kuralları gereği- iş arkadaşlarına gülümseyip selam vermek gerektiğini. Ama siz problem etmeyeceksiniz bunu, zira göreceksiniz bu koridordaki duvarlar, hedefini ıskalamış tebessümlerle dolu... Yuvarlanarak giden masalar, olanca güçle itilen çöp arabaları bir süre sonra hiç şaşırtmayacak sizi. Biraz da hayal gücünüzün yardımıyla siz de benim gibi, büyük bir operada olduğunuzu hayal etmeye başlayacaksınız… Aynı anda tam dört ayrı temsil verebilen çılgın bir opera binasıymış aslında burası… Dört ayrı sahnenin tek bir kulise bağlandığı bu operada oyuncular günün her saati ya temsilde ya da ellerinde, bir sonraki sahnenin kıyafetleri ile beklemede olurlarmış. Ses açan, diyafram şişiren ve aynada kibarlık provası yapan oyuncuların yanısıra, peruğu kaymasın diye içine pamuk dolduranlar varmış… Hepsi de yorgun hepsi de uykusuzmuş ama salondaki sabırsız seyirciyi bekletmek olmazmış. Doğrusu o ya, seyirci olmasa bu opera da olmazmış… Genel sanat yönetmeni hepsini kenara çekip defalarca tembihlemiş:

- Aman gülümseyin, aman kibar olun, göz teması kurun, cümlelerinizden “evet, efendim, haklısınız efendim” leri eksik etmeyin. Haklı olmasalar da illaki haklı oldukları birşey bulun.
**

Dört numaralı temsilin “oda servisi” ile ilgili pasajına dahil olmam duvarda gördüğüm bir ilan sayesinde olmuştu. Bu ilana göre ilgili sahnede “acil yardıma” ihtiyaç vardı. Gittim ve konuştum…

Yapacağım iş çok ta karmaşık değildi. Her odada bulunan “Genel Ziyaretçi Yönlendirme Kitapçığını” alıp bu kitapçıktaki eski menüleri, yenileri ile değiştirecektim. Bana söylendiği gibi derhal güvenlik şefine gidip bir “mestır kiy” istedim. Elime geçen şey kredi kartı tadında ve otelin en “kral dairesi” nden en garibanına kadar tüm kapıları açma yeteneğine sahip bir anahtar karttı. Amerikalılar yine şaşırttı beni, daha ilk kez gördükleri, hem de iki günlük yardıma gelmiş bir insana böyle büyük bir sorumluluğu teslim ediyorlardı. Ya ben kötü niyetli biri olsam da odalardan birşeyler aşırsam? Ya da hiçbir şey aşırmasam ama çalıştığım süre içinde bir müşteri bir eşyasını kaybetse, birdenbire bir numaralı şüpheli konumuna düşmeyecek miyim? 

Gördüğünüz üzere olay hem benim açımdan hem onlar açısından bazı handikaplar taşıyordu. Ama elbette ki, yalnız başıma çalışmayacağımı düşünerek kendimi rahatlattım. Zaten tek başıma nasıl üstlenirdim daha önce hiç yapmadığım bir işi?

Bana söylenen binaya gittiğimde orada beni beklemekte olan sarışın uzun boylu bir çocuk buldum. Uzun boylu olması, anne ve babasından en az birinin uzun olduğunu, sarışın olması da Amerikalı olma ihtimalini gösteriyordu. Benim için önemli olan tabi ki ikincisi idi. Çünkü ingilizce konuşamayan bir Latin Amerikalı’ dan yeni bir iş öğrenmenin ne kadar zor olduğunu biliyordum. Evet, tahmin ettiğim gibi bu çocuk Amerikalı çıktı, bu gece oda servisinde beraber çalışacaktık. Hoş geldin beş gittinden sonra bana işi öğretmeye başladı.

- Önce kapıyı çalıyoruz ve “gud ivnik, rum sörvıs!” diye sesleniyoruz. Eğer bir ses gelmezse ikinci bir defa tekrar sesleniyoruz “rum sörvıs!” Baktın bir ses yok, mestır kiyini kullanıp kapıyı açıyorsun. Ama kapıyı açınca bir kez daha seslenmekte fayda var, zira bazen duşta veya balkonda olabiliyorlar… Sonra kitapçığı buluyorsun, bizim rum sörvıs menüsünün yazdığı sayfayı bulup olduğu gibi çıkarıyorsun. Anladın di mi?
- Anladım.
- Yalnız eski menülerle yenilerini karıştırmamaya dikkat et. Eskileri sağ eline, yenileri sol eline al.
- (Bu ne lan, gerizekalıya ders mi veriyon?) Evet, anladım.
- Şimdi sıradaki odada herşeyi sen yapacaksın, ben de seni izledikten sonra gideceğim…
- Nereye?
- Benim zamanım doldu, eve gitmem lazım… Gerisini sen kendin yaparsın di mi?

“Gerisini sen yaparsın” derken gösterdiği karton kutuya ve elindeki listeye baktım. Sanırım dört saat içinde yetmiş odaya tek başıma girmek zorundaydım. İçerde kimse olmayınca kolaydı da duş alanları, uyuyanları ve yahut ta sevişenleri düşündükçe ter bastı beni. Hayatta en nefret ettiğim şey başkalarının özel hayatlarına dalmak olduğu halde birazdan en çok yetmiş, en az bilmem kaç tane özel hayata balıklama dalacaktım. Çünkü iş tamamıyla bunu gerektiriyordu. Üstelik kitapçıklarındaki menülerin değişmesi kimsenin umrunda değildi ki, böyle gereksiz bir iş için bana izin verecekler miydi?

Bir sonraki odaya girdiğimizde tüm işlemleri ben yaptım, ofsayt bir durum olmadı. Zaten oda da boştu. Ve sonuçta anne ve babasından en az birinin uzun olduğu, sarışın, amerikan orijinli, ingilizce konuşan çocuk bana “babay” diyerek gitti. Ben, mestır kiyim ve bir koli menümle beraber arkasından bakakaldık...

Yapacak bir şey yoktu, vazife bizi beklerdi. Bu işte geçireceğim her saat için 15 dolar para kazanacaktım. Tam bir “gözlerimi kaparım vazifemi yaparım” durumu söz konusuydu. Besmele çekerek ve paçaları sıvayarak başladım. Henüz ortalarda bir dere de görünmüyordu ama…

İlk oda boştu, herşeyi yapıp dört dakika içinde çıkabildim. İkinci oda da boştu şansıma. Üçüncü odanın kapısına yaklaştığımda içeride bir adamın konuşmakta olduğunu duydum. Uzun bir cümleden sonra cevaplayan çıkmadığı için kendisinin telefonla konuştuğuna hükmettim. Tekrar gelirim diyerek o odayı atladım. Dördüncü oda temizdi, hallettim çıktım. Beşinci odada Kolombiyalı Haus kiipinkçi (Oda temizliği felan departmanı) teyzeler vardı. Ekstrem ispanyolcamı konuşturarak hatırlarını sordum. Hepimiz otel çalışanı olduğumuz ve benzer kaderlere sahip olduğumuz düşüncesiyle pek bi sıcak iletişim kurduk. Teyzecim bana “Papi, papi” diyerek çok bi içten birşeyler anlattı. Tabi, benim tip yüzde yüz hispanik olduğu için anlamadığıma dair en ufak bir şüphesi yoktu. Öyle güzel, öyle komik şeyler anlattı ki, kendimizi tutamayarak kahkahalarla gülmeye başladık. Ben ondan bir fazla olarak, hiçbir şey  anlamadan keriz keriz güldüğüm için de gülüyordum. Doğrusu bu latin milleti buranın tuzu biberi yahu, bir insan sıcaklığı, bir dokunma kültürü var onlarda. Aynı bizim memleketin insanları gibi. Teyze sırtıma “koçum!” şeklinde vurup uğurladı beni. Bir Türk ile konuştuğunu belki de ömrü boyunca bilmeyecekti.

Bu odadan çıkıp tekrar telefonla konuşan adamın odasına gittim. Herif hızından hız kesmemiş dolu dizgin konuşuyordu. “rum sörvıs” diyerek kapıyı tıklattım ama takmadı. Ben de listeme bir işaret koydum. Şimdi mestır kiyimle kapıyı açıp girmek saygısızlık olurdu, belki de adam telefonla konuşurken donca gezmeyi seviyordu… Kim bilebilir ki?

Bir sonraki odanın kapısı çalar çalmaz açıldı. Ben de kadının yüzüne doğru mahçup mahçup “rum sörvıs” dedim. “Açacağı getirdin di mi?” dedi. “Ne açacağı?” dedim. “Şarap açacağı” dedi… Bu anlamsız diyalog bir süre devam etti. Daha sonra kadının iki dakika önce oda servisini arıyarak tırbişon istediğini öğrendim. Kendisine kibarca, başka bir iş yaptığımı ama isterse oda servisini arıyarak isteğini tekrar iletebileceğimi söyledim. “Yok, yok” dedi. Odaya girdim, cillop gibi bir şarap durmaktaydı masa üstünde. Bir müddet kitapçığı aradıktan sonra televizyonun yanında olduğunu gördüm. Sanki iki saat kumandayı aradıktan sonra nerede olduğunu görmüş ve televizyonu açmaya gidiyormuşum gibi oldu. O anda aklıma komik şeyler gelmeye başladı. “Dur bakalım haberlerde ne varmış” diyerek koltuğa oturduğumu düşündüm. Sonra ayakkabıları çıkartıp sol ayağı kıçımın altına aldığımı hayal ettim.

- Bugün nasıl yoruldum, anlatamam canım… Aaa şarap mı ısmarladın? Getir, getir açayım ben şunu… Tırbişona ne gerek var canım, içine ittireceksin mantarı… Biz arkadaşlarla hep öyle yapardık, getir bak…

Menüyü yenileyip çıktım odadan. Koridorun başında elinde tırbişonla oda servisi elemanı gözüktü… Bir sonraki ve ondan sonraki oda boştu. Yıldırım hızıyla girip çıktım. Sonraki odadan baygın bir kadın sesi geldi “ Daha sonra gel, şimdi uyuyorum” dedi. Hemen listeme işaret koydum. Ve işareti koyunca koyduğum diğer işaret aklıma geldi. Koşa koşa telefonla konuşan adamın odasına girdim. Bu ülkede cep telefonu hatları son derece ucuz olduğundan insanlar ömürlerini telefonda geçiriyorlar… Adam halen konuşuyordu. Tekar kapıyı çaldım. Ses bana doğru yaklaşmaya başladı ve kapı açıldı. Çok şükür ki pantalon vardı üzerinde. “Sör, if yu dont maynd ayll çeynç dı meynüüs in yor gest dayroktiriy” dedim. Telefonda konuşmaya devam ederek eliyle "geç" işareti yaptı. Hemen kitapçığı bulup değiştirip çıktım. Eliyle “bay bay” işareti yaptı.

O gece, bu ve benzeri durumları yaşayarak tam altmış beş oda dolaştım. Geri kalan menüleri ve çıkardığım eski menüleri küçük el arabama yükleyip doğruca oda servisi departmanının yolunu tuttum. Saat sekiz olmuş ve otobüsüm çoktan kaçmıştı. Menüleri aldığım bayanı bulup elimdekileri teslim ettiğimde bana amerikanvari bir tavırla “iyi iş çıkardın dostum, yarın saat dörtte yine bekliyorum” dedi… Ekstra iş yapmak güzeldi, iyi de para kazanıyordun ama bu sürekli yapılacak birşey değildi yahu, eve sadece uyumaya ve duş almaya gitmek demekti çünkü bu.

Eve geldim, duş aldım ve uyudum.

Ertesi gün sekiz saat boyunca asıl işim olan golf departmanında çalıştıktan sonra biraz da isteksizce gittim oda servisine. Aynı araba, aynı kutular beni beklemekteydi… Anlaşılan dünkü işime devam edecektim. Süpervayzırım bana yeni listeler verdi ve bu sefer gideceğim onuncu blokta kimsenin kalmadığını söyliyerek içime su serpti. Elim, her zaman cebimde taşıdığım fotoğraf makineme gitti. Demek ki bu gece eğlenecektik biraz...
 

Onuncu blok daha yeni yapılmış, tabiri yerindeyse sıfır kilometre bir konaklama ünitesiydi. Etrafta, ambalajı yeni açılmış eşyalara özgü o taze koku duyuluyordu. Vakit geçirmeden ilk odamı buldum. Her ihtimale karşı kapıları çalmam ve “oda servisi” diye uyarmam istenmişti. Onuncu kapıdan sonra bu iş öyle sıkıcı bir hal aldı ki, kendimi perili köşkün hayaleti gibi hissetmeye başladım. Sesim yankı bile yapmıyordu... Bir süre daha sürdürdükten sonra son verdim.

Sanırım bu bloktaki odalar otelin en lüks odalarıydı, her odada plazma televizyon, müzik seti, oturma grupları, mutfak, jakuzi, bar ve büfe mevcuttu. Bir de, her nedense bu odaların ışıkları ve televizyonları sürekli açıktı. Her yeni odaya girişimde televizyondaki otel reklamı tekrar başa dönmüş oluyor ve aynı şeyleri tekrar baştan dinlemek zorunda kalıyordum. Aynı şeyleri, aynı odalarda, aynı şekillerde yapmak beni iyiden iyiye hipnoza sokmaya başlamadan bir ara verdim ve başladım fotoğraf çekmeye… Aynalarda narsist narsist kendi portrelerimi çekmeye başladım, o yetmeyince makinanın self taymırını (zaman ayarlı çekim) kurup ipeksi yataklara uzanıp fotoğraflarımı çekmeye başladım. Bir yandan da kıllanmıyor değildim, ya bu odalarda güvenlik kamerası varsa ve nöbetteki memurlar toplanmış kahkahalar eşliğinde benim hallerimi izliyorlarsa? Hiç çaktırmadan duvarları ve gizli köşeleri kestim… Yok canım, böyle bir şey olsa, oda sayısı kadar adam lazım bunları izlemeye. Hem nerde kaldı misafirlerin kişisel hak ve özgürlükleri? Kim güvenlik adına tatil boyunca dikizlenmek ister ki? Hem ben de misafir değil miyim bu ülkede yahu, bırakın azcık oynayım lan… Bakın size o kadar iş yapıyoruz, emek veriyoruz, elamanınızı kollayın biraz... Bunları düşünürken aklıma çılgın bir fikir geldi: Tüm işi bitirdikten sonra en üst kattaki bir odanın kapısını açık bırakmak ve oda servisindekilere “iyi geceler” dedikten sonra tekrar gelip geceyi bu odada geçirmek… Sabah olduğunda ise zaten çok erken başlayan golf işine, araba, otobüs, servis derdi olmadan yürüye yürüye gitmek… Doğrusu güzel bir fantaziydi bu. Hem sabahki ulaşım telaşından, hem de daha önemli olan eve gitme derdinden kurtulurdum. Jakuzide şöyle bir sırtlarımı masajlatır, pehlivanlar gibi yağlardım kendimi. Buzdolabında ne varsa içer, temiz çarşaflar üstünde ultra rahat bir uykuya dalardım. Nasıl olsa haus kiipinkçi teyzeler hergün kontrole geliyorlardı bu odaları, bırakacağım üç tel bacak kılının hesabını mı soracaklardı?

Tabi ki yapmadım bu saydıklarımı… Onun yerine en son girdiğim odada iflas etmiş bir YEC fotoğrafı çektim. Kanepe öyle rahattı ki, bir süre öylece kaldım yattığım yerde… Ve de tavanda bulunabilecek olası kameralara göz kırptım, güvenlikçi dostlar tebessüm etsin diye…



ÖNCEKİ YORUMLAR:

Yazan:zuleyla | Tarih: 2007-02-05 04:10:21
Konu: :)
Süperdi...
Yazan:KemiKtozU | Tarih: 2007-02-05 14:03:30
Konu: .
Gezerken rastlar ama kendimce tıklama özürlü olduğumdan uğramadan geçerdim..
Kapıda tatlı çeşitleri giremez yazmadığından tıkladım bu kez..İlk satırda dünlük gibi bi kelimeyi görünce de kaldım yazının sonuna kadar :)

keşkül
Yazan:hicasliyok | Tarih: 2007-02-05 18:32:55
Konu: Bu Sefer Hiç Yoramayacağım Kafamı :)) Yok Başlık Maşlık :))
Kıymetli YEC'in Sevgili Dünlük'ü;
İletişim özürlü olmadığına göre pek de fena geçmiş sayılmaz rum sörvisır olmak :) Ortadaki tüm püzürleri çim biçme makinsı havasında yok edebilme yeteneği yine konuşturulmuş..
Arada bir Amerikalılara laf sokulmuşsa da artık olacak o kadar; umarım Türkçe bilen biri yoktur orada (Gerçi Türkçe bilen herkes fikirlerini onaylayacaktır heralde:)) )
Kasiyerlikten pek bi memnundun anlaşılan cenifırlar menifırlar kalmadı ortada:))Neyse kısmet bu; nerede bulacağı belli mi olur :) Canın sağ olsun.
Odalar şahane; sana gelince çok alıştım kısa saçlı haline :)) Hatta çok yakışmış; uzatma :)))).. (Amma dönek'im yaa:)) ) Bu yakışma hali sonradan mı çıktı yoksa ben mi alıştım aslında karar veremedim ama oda servisi sana yaramış :)) Yorgun hali bile düzgün çıkar mı adamın?! :))) Ben yorgunken ölmüş gibi duruyorum da:))

Bir süre daha devam edeceksin sanırım ama 8 saat de çok be yec... Gerçi sen gelirsin üstesinden..
Yine çok keyifli bir yazıydı. Kıvamındaydı :)) Elcağızlarına sağlık arkadaşım :)))
Kolay gele YeCyy :))
Kibariye
ASLI 
Yazan:imbirgaripsinbirgaripler | Tarih: 2007-02-06 14:56:18
Konu: ***
oh iyi yayılmışsın koltuğa ama haketmişsin çok rahat görünüyor:))hayırlı ve daim(tabi daha iyisi çıkarsa daim olmasın) olsun yeni işin belki zamanla daha çok eğlenirsin bu işte gerçi kasada eğlenceliymiş neyse kolay gelsin kendine iyi bak dünlükü ihmal etme:))
Yazan:ipeksol | Tarih: 2007-02-06 16:35:21
Konu: düş
valla şu pozunu pc ye arka plan yapalım da baktıkça gülümseyelim..oolum bu nasıl dağıtmış bir oturuş...
benjaminler olmasa dön gel diyeceğim sana ..ama

gönlünce yec 
Yazan:dolphinblue | Tarih: 2007-02-06 20:58:12
Konu: ...
he he heee :) benim dışımda da birileri bayağı uzun yazılar yazabiliyomuş demek :)
anlatıcak çok şey var değilmi yec? oralardayken öyle... yazdıkça yazmak istiyor insan...

sevgiler 
Yazan:farmau | Tarih: 2007-02-06 22:28:19
Konu: kolay gelsin

Böyle eğlenceli (tabi okurken ki durumu kastediyorum)bir dizi tv de bile yok ...Takipteyiz efendim...
Yazan:zuleyla | Tarih: 2007-02-07 19:16:49
Konu: ...

ya bu yazının başlığı çok hoşuma gidiyor...
tock tock dedğil de tık tık olması ayrı bir güzellik katmış..
onu söliim dedim...  
Yazan:dolphinblue | Tarih: 2007-02-07 21:14:50
Konu: *
sevgili yec,

günün ilk saatlerinde yazdığın yorumu okurken ne denli etkilendiğimi bilmeni isterim... duyarlılığın için teşekkürler...
 

Hiç yorum yok: