Sene geçen sene, günlerden on iki, aylardan ağustos, saatlerden bilmem kaç. Blogcuya ilk yazımı yazıp arkama yaslanmışım... Sağlam bir ziyaretçi akını kopacağına eminim de kaç kişi gelir, kaç yüz tane yorum bırakır onu kestiremiyorum. Orkestram, süslü püslü yatağım ve ortalıkta koşturan yaramaz çocuklarım hazır. Limonatanın son limonlarını da sıkmışım, hatta elime bulaşan limon suyunu da ziyan etmeyip kafamı mesh etmek suretiyle parlatmışım. Herşey hazır.
On dakika, yirmi dakika, bir saat...
Gelen giden yok.
Oğlunun pipisini boş yere kestirmiş düğün sahibi kadar yalnız, şiirleri hiç okunmayan şairler kadar üzgünüm.
Peki benim ziyaretçilerim nerde anne?...
İşte onlar tam bir yıl içinde, ayaklarını sürüye sürüye ancak geldiler...
Blog neydi? Blog iyilikti, dostluktu. Blog emekti.
Blog klavyenin tuşlarını terayağ sürüp yemekti.