26.09.2007

Kuzeye Giderken Beş


Vardım canım. Sen, nasıl olsa varmamıştır diyerek uzun süre uğramadın bu sayfalara ama ben şu an tatilimin başında olmakla beraber Tiftın (Tifton) kasabasının da ta orta yerindeyim, inanmazsan bak...


>> 

Yine de inanmadıysan sana cep telefonumu vereyim, beni ara. Şu anda Tiftın' dayım, diyim... Dün gece (bknz: kuzeye giderken Dört) saat on sularında indim kasabaya. Kasaba küçük, fakat şirin olmak için daha kırk fırın ekmek yemesi lazım gelen bir kasabaydı. Ve malesef tek bir fırına dahi sahip değildi... Bir doğulu insan için yaşanabilir yer, insanlarla dolu olan yerdir... Sokağa çıkınca onlarla konuşmasan bile sağından solundan geçtiklerini görmelisin, bazen rüzgarları, bazen sesleri, bazen de omuz darbeleri ile kim olduğunu, ne olduğunu hatırlatmalılar sana. Önce insan olduğunu hatırla ki sonra yaşamaya başlayasın di mi? Tifton' a girdiğimde hissettiğim duygular böyleydi işte. Sokaklarında park etmiş yüzlerce araba olduğu halde kollu bacaklı insanları yoktu gezinen. Tamam, öğrendik Amerika böyle bir yerdi de, hiç olmazsa küçük kasabaları biraz daha canlı olamaz mıydı? Çok mu şey istiyordum, adres soracak tek bir insan olsaydı bari...

Elimdeki kağıdı evire çevire ve sıkılarak, evlerinin önünde oturmakta olan bir grup gencin yanına gittim. Hallerinden memnun gözüken grup beni görünce korktu hafif, ne de olsa alışık oldukları bir durum değildi bu... Murat' ın adresini göstererek (sonradan hemen karşı sokak olduğunu anlayacağım) "buraya nasıl gidebilirim?" diye sordum. Daha kağıda bile bakmadan, köşedeki benzinciye git, orada yardım ederler, diye cevapladı. Peki, dedim...Tekrar arabaya döndüm. Hemen gaza basıp uzaklaştım, evlerinin önüne park etmekle bile büyük bir suç işlemiş olabilirdim... Neyse efendim, dön dolaş en sonunda gideceğim sokağın levhasını gördüm. Ok işaretleri orman kenarındaki bir siteye getirmişti beni. Rakamları tek tek sayarak ilgili kapının önüne geldiğimde bir an duraksadım. Sekiz buçuk saatlik araba seyahatinin sonunda bu ilginç Amerikan kasabasındaydım ve biraz sonra önümde açılacak olan kapı bana, bir yıldır görmediğim arkadaşım Murat' ı göstermeyi vaad ediyordu. Doğrusu inanasım yoktu buna, karşıma çıkacak kişi olsa olsa bir zenci olurdu ve bembeyaz göz akıyla sinirli sinirli bakardı bana... Kapıya yaklaşarak kokladım, sanki Türkiye' ye özgü bir koku alabilecekmişim gibi geldi. Kapıyı çalmak yerine koklayan bir adam! Hehehe, bu köpeklik güdüleri hangi yüzyıldan miras kaldı acaba?

Sonunda çaldım kapıyı, garanti olsun diye de seslenerek: " Muraaaaaaat!" Kapı vaadlerini gerçekleştirmişti. İzmir' de fakülteden tanıdığım yakın dostum ve meslektaşım Murat, kanlı canlı ve hafif göbekli olarak karşıladı beni.

Murat- Oğlum nerde kaldın ya?
Ben- Abi kilo almışsın.
Murat- Niye aramadın, merak ettim?
Ben- Benim telefon Corcia sınırını geçemedi, burda çekmiyor.
Murat- Sen de kilo almışsın.
Ben- Adresi zor buldum.
Murat- Bu benim zayıflamış halim.
Ben- Oldu o zaman...

Murat Ziraat Fakültesi' nden mezun olduktan sonra burs kazanarak Corcia (Georgia) Üniversitesi Pilent Patoloji (Plant Pathology) bölümünde yüksek lisansa kabul edilen bir arkadaşımdır. Ondan tam üç ay sonra çalışmaya geleceğim yer, hemen Murat' ın alt eyaleti olan Florida olarak belirlendiğinde, oldukça şaşırmış ve artık bol bol görüşeceğimizi düşünüp sevinmiştim... Aradan geçen on aydan sonra ancak bugün, o da beyaz göz aklı kızgın zencinin kapıyı açmakta biraz gecikmesi sayesinde görüşebileceğimizi tahmin edemezdim tabi.
Dostum Murat bana göre daha kapalı ve daha az Türk bir çevrede yaşıyordu. Telefondaki konuşmaları dışında uzun süreden sonra konuştuğu, hatta gördüğü ve hatta kendisine Türk gıda maddeleri armağan getiren ilk TC vatandaşı bendim ve tesadüfen onun eski bir arkadaşı oluyordum. 

Çıkınımdan sırayla koyun peyniri, sucuk ve fıstıklı lokumları çıkardıkça Murat' ın gözleri açılıyor ve keyfi yerine geliyordu. O gece uzun uzun muhabbet ettik, eski günlerden ve ABD' de yaşamanın iyi-kötü taraflarından bahsettik. O an itibarıyla pek de iyi tarafını bulamadık hani... Saatler geçip uyku vakti gelince ufak bir sorunla karşılaştığımızı fark ettik. Bu evde ikinci bir yatak yoktu... Ev sahibi tüm misafirperverliği ile kendi yatağını teklif etti bana! Elbette kabul etmedim, teklif eden kendileri dahi olsa, arkadaşlarımın yattığı nesnelerle bir gecelik ilişkiler kurmak bana göre değildi dostlar. O yüzden o geceyi yerde, halıfleksin üzerinde geçirmeyi teklif ettim. Teklifim onaylandı... Doğrusu sandığımdan daha rahattı yer yatağı, tek sorun sağa sola dönerken ahşap döşemenin gacur gucur ötmesiydi. Eh ben de tabiat itibariyle semazen vasıflı bir insan olduğum için o gece bayağı bir gıcırdattım parkeleri ve her gıcırdamada aklıma, bayram günleri tüm akrabalarımızla birlikte anneannemin evine doluştuğumuz günler geldi. Nedense bu günlerin gecelerinde yerde yatmak zorunda kalan hep bizim aile olurdu. Annem ve babamla iyice birbirimize sokulup çişe kalkanlar tarafından ezilmemek üzere alabileceğimiz en kompakt formu almaya çalışırdık. Yine de başarılı olamazdık dostlar, kör gözler, dikkatsiz bacaklar aile saadet dağımızın yamacından geçmek yerine tekrar tekrar zirveyi zorlardı...

Ertesi gün ilk işimiz Valmart' a (Walmart) gitmek oldu. Bilenler bilir Valmart buraların Migros' u, Tansaş' ı ayarında bir mağaza. Ve bizimkilerden farklı olarak şöyle bir hizmet veriyorlar: 

Aldığınız herhangi bir maldan memnun kalmadığınız takdirde o malı -başka bir sebep göstermeksizin- bir ay içinde geri verip paranızı da tıkır tıkır geri alabiliyorsunuz.


Bizim sabahın bir saati orda olmamız ise (sıkı durun) bir adet şişme yatak almak üzereydi. Ve galiba belli bir süre kullandıktan sonra bu yataktan memnun olmadığımızı anlayacaktık, bu sürenin benim ayrılış zamanıma denk gelecek olması ise tamamen bir rastlantıyla açıklabilirdi. Zaten şu hayatta ne kadar çok rastlantıya tanık oluyoruz di mi? Misal, annem ve babam aynı günde evlenmişler.

Şişme yatak, bir zamanlar reklamları yayınlanan ve kabaca bakıldığında şişme botun ters devrilmiş halini anımsatan bir şey. Uzun kullanımda sırt ağrısı yaptığı ve hava takviyesi olmadığı müddetçe zaman içinde yer seviyesine doğru yaklaştığı çeşitli kullanıcılar tarafından tespit edilmiştir. 


Fotoğrafta yanakları dolu olarak gördüğünüz kişi Murat' tan, yanaklarının içindeki hava da, beş gece boyunca üzerinde yatacağım karbondioksitten başkası değil...

Ne dostlar vardır hayatta, sen açken o tok yatmaz ; ne dostlar vardır hayatta, başlarının üzerinde yerimiz olur ve ne dostlar vardır hayatta, bizi üflediği nefesinde uyutur... Tablo bu kadar dramatik değildi, ya da olmaması icab ediyordu, lakin o sabah Valmart' tan bizim aldığımız şey, elektrikli pompasıyla şişirilen değil, manuel ciğerle pompalanan bir modeldi. İşte, bu üründen memnun kalmamak için bir bahane daha çıkmıştı.

***
Okuyucu, kusura bakma ama şimdilik yazı burada kalsın. Artık bıkkınlık veren serinin sonu olmasını planlamıştım bu yazının. Ama herşey planladığı gibi gitmiyor hayatta. Sen de bilirsin okuyucu, çarşıdan alırsın bir tane eve gelirsin bin tane... Bu, çarşıdaki hesabın bazen de evdekine uymayacağının açık bir kanıtıdır. Nar. Hayır Baston. Senin de anladığın üzere okuyucu, bu yazı bir ay öncesini anlatıyordu. Yani, benim Tiftın' da falan olduğum yok... Hatta bu aralar Türkiye' ye gelme hazırlıkları içerisindeyim. Serinin önceki yazılarını okumadan salt bu son yazıyı okuyan yeni okuyucuya diyeceğim şey şudur:

Ben giderim o gider, arkamdan tın tın eder.

Kuzeye Giderken Altı' da buluşmak üzere şimdilik hoşçakalın. Bu sefer uzun sürmeyecek, şu seri bitsin sonra önümüz ova.

GELECEKTEN NOT: Bu serinin devamı hiçbir zaman gelmedi. YEC' in tamamlanamayan yazı dizileri koleksiyonuna itinayla eklendi. Bitirilemeyen senfoni hesabı...



ÖNCEKİ YORUMLAR:

Yazan:atkadehielinden | Tarih: 2007-10-10 09:23:15
Konu: .......
bu seri bitince türkiye giderken diyebaşlayan bi seriye başla...
inşallah seneye bitiririz onuda :)
........
Yooo artık seri yok, bundan sonra kısa kısa ve seri yazılar var...
Yazan:imbirgaripsinbirgaripler | Tarih: 2007-10-10 11:55:32
Konu: **
bu elin gavuru hiç insanı düşünmüyor.o yatağı üfleyerek şişirdikten sonra üzerinde yatacak insan kalmaz ya hu..
...........
Aslını istersen bizimki pille şişen yatakmış, ama bi de onun için pil aramaya çıkmadık. Arkadaş iskoç ordusunda gayda çalmış zamanında... şişiriverdi hızlıdan...
Yazan:zuleyla | Tarih: 2007-10-12 01:48:41
Konu: ehi
Tamam orda ce kutusu var ama ben buraya yazmak istiyorum... :)
Bayramını içtenlikle kutlaarım Yec... Sağlıklı huzurlu nice bayramlar dilerim... Gün gelir el öpenlerin de çok olur inşallah... Sevgilerlen... :)
..........
İyi yaptın zül, maksat çok yorum gözüksün. Ben de aynı bayram dileklerini aynaylan sana geri gönderiyorum. El öpenlerim az olsun aman, ben sevmem öyle el öptürmeyi
Yazan:hbasak | Tarih: 2007-10-12 17:08:03
Konu: yatak şişirme-el öptürme
aa.....bu yer yatağı şişirme olayı çok tanıdık geldi.....Amerika'da arkadaş ziyaretine her gidenin başına gelen bir iş sanırım......Erkekler üfleyerek halledebiliyor gördüğüm kadarıyla ama kızlar maalesef paşa paşa gidip o elektrikli zımbırtıdan almak durumunda ya da ayak pompası arıyorlar...:)
Bayramda el öpme konusunda da iki çift laf edeyim. Ben de "el öptürmeyi sevmem" diyordum, bu bayram elimi 4 yaşında, iki ayaklı bir yaratık öptü; fikrimi değiştirdim, çok hoş bir duyguymuş bu!
...........
Aslında başak, biz de o elektrikli zımbırtıdan almayı istemiştik ama yanlışlıkla alamadık... El öptürmek konusunda ise hala çekimserim, öpmeseler daha iyi olur, çekimser kalayım biraz daha...
Yazan:hicasliyok | Tarih: 2007-10-22 20:44:48
Konu: Geç kalmadım di mi? :) 
Seride en "kitap dili" olan yazın buydu sanırım YEC :) Bi Sait Faik havası, bi "Sokağa girdiğimde akasya kokusunun yüzüme tokat gibi çarpmasıyla irkildim." havası :))) 

Yatak şişiren resmi görünce aklıma her yaz deniz yatağımı şişirtmek için dayıma yaptığım hizmetler geldi..Çünkü burdan bakınca sıradan bir şey gibi görünse de o yatağı şişirmek tam bir işkence.. Tebrikler :)) 

"Bakalım sonraki bölümlerde genç adamın başına daha neler gelecekti?" diye düşünür, okumak için bir sonraki yazına geçerim :) 
Sevgiler 
ASLI
.............
Aslı pardon, bu yorumunu geç farkettim. Saolasın, bu seri iyice canımı sıktı zamanında ben de bırakıp kaçtım ondan. Sait Faik dedin de canımı sait faik çektirdin şimdi. Saygılar...
Yazan:bir okurun | Tarih: 2007-11-28 10:10:28
Konu: olmadı YEC
Mantık olarak yazılarını okuduğum insanları görmek ve tanımak istemem. Yani ete-kemiği bürünmüş hallerini görmemeliyim, konuşmamalıyım.
Senin blog'unu da yakından takip ediyorum (taaa İzmir'den beri).
Ara sıra koyduğun efsunlu (!) fotoğrafların da keyifliydi.
Fakat açık ve net bir fotografini koymayacaktin YEC! Olmadı yani.
Ama yazılarının hatrina bir gurup okurun olarak affediyoruz.
Veeee bir daha olmamasını istirham ediyoruz.
(şöhret seni şırmatmasın. Böyle gidersen yakında seni magazin forever'lerde de göreceğiz diye korkuyoruz.)
...............
Yav sevgili okuyucu öyle bi dedin ki sanki tipim hayal kırıklığı yaratmış gibi algıladım ben bu işi. Fotoğraflarımı daha en başından beri kullanıyorum ama şimdi azaltmaya başladım. Günde bir pakete düşürdüm. Eleştirini dikkate alacağım, sevgilerimle...

Hiç yorum yok: