28.02.2007

Bir Sobelemenin Ardından

 
Sobeleme-Ebeleme oyunlarının blogcular arasındaki alışverişi arttırdığına inandığım için elimden geldiğince katılamaya çalışıyorum. Yeni bir sobeleme zinciri imbirgarip' ten bana uzanmış, kendimize en yakın bulduğunuz 5 blogcuyu yazmamız isteniyormuş...

Valla, bu biraz küstüren bir oyun gibi geldi bana... Beş kişiyi yazalım da altıncı ve sonrasının günahı ne? Onu da geçtik, kendini yakın bulmanın kıstasları neler, onu bir öğrenmek lazım. Aynı mahallede oturmak ya da yumurtayı rafadan tercih etmek te pekala kıstas olabilir.


Öte yandan bir çok kişiyi kendime yakın bulmamakla birlikte onların yaptıkları, söyledikleri ve yazdıkları hoşuma gidebilir. Aslını isterseniz, bana yakın olmayanlar daha bir caziptir zaten... Düşünsenize 24 saat hep aynı sıkıcı kendinizle beraberken, bir de arkadaş olarak seçtiğiniz insan size benziyorsa vay anam vay, ütüler de durur kafanızı... Onun ne diyeceğini, nasıl düşüneceğini zaten biliyorsunuzdur.

23.02.2007

TORO' YA


Çimenler biçilmeye, sakallar jiletlenmeye doymadı...
Her bir kazımamızda daha da güçlü, daha da alaycı geri dönüyorlar.
Hayatın içten dışa doğru fışkıran sabırsızlığını durduramıyoruz.
Neden durdurmamız gerektiğini de bilmiyoruz.
Atalarımızdan kalan garip bir miras bu.

Uzayan sakallar salınmalı belki
Uzayan sıla yolları gibi gün be gün.
Ağlanmamış kederler damla damla süzülmeli yanaklardan.
Korkulmamış haykırışlar bağrılmalı avaz avaz.
Şaşılmamış hayretler edilmeli birer birer.
Ve doyulmamış çocukluklar salınmalı geçmişe.
Bırakılmalı sımsıkı tutunmak anılara...

20.02.2007

Sür Sür Arabanı


Gez sokakları,
Keyifli neşeli, tasasız çıkar
Hayatın tadını...

Girişi, bir Bay Müzik bestesi olan "Sür Sür Arabanı" ile yaparak hem videoyla bir bağlantı kurmuş hem de zamanında iyi bir "Susam Sokağı" seyircisi olduğumu göstermiş oldum.

Merhaba sevgili blogcular, sayfamı takip etmekte olan arkadaşlarım, kuvvet komutanları ve saygıdeğer basın mensubu arkadaşlar... Hepiniz hoş geldiniz. Bu yeni postamda, çalıştığım golf sahalarını gezerken çekmiş olduğum çeşitli görüntüleri birleştirerek küçük bir film hazırladım size.

16.02.2007

Nomya Seferta


Saolsun Blogcu yönetimi boş durmayıp yeni bir sistem geliştirmiş, buna göre belli bir süre açık kalan blog yönetim sayfanız kendini otamatik olarak kapatıyor. Ortak bilgisayarların kullanıldığı mekanlarda çok yararlı olabilecek bu güvenlik önlemi, benim gibi yazılarını doğaçlama olarak panel üzerinde yazanlar için son derece tehlikeli bir hal alıyor. Bir anlık dalgınlıkla yazınızı kaydetmeden "Şimdi yayımla" tuşuna basarsanız, az önce bana olduğu gibi apışıp kalıyorsunuz. Çünkü sistem sizi tekrar şifre yazma sayfasına yolluyor. Şifrenizi yazıp tekrar geldiğinizde ise pırıl pırıl bir sayfayla karşılaşıyorsunuz... Herşey uçmuş.

Ben ikinci şıkkı seçtim ve sukunetimi koruyarak, kaybettiğim yazıyı tekrar yazmaya başladım. Birinci şık neydi peki? Onu burada açıklayıp terbiyesizleşmek istemiyorum. Çok içten ve çoşkuyla terbiyesizleşesim varken bile yapmayacağım bunu.

11.02.2007

DOĞAN GÜNÜ KARŞILAMA KOMİTESİ

 

Şimdiye kadar kaç kere güneşten önce uyandım, hatırlamıyorum.
Güneşten önce uyanmak kafi değil,
şimdiye kadar kaç kere güneşten önce uyanıp
o doğana kadar da uyumadım?

Belki yüz, belki ikiyüz...
Ve kesin bu sayının en az yarısında,
o günkü sınav telaşında ve pörtlemiş gözlerle
masa başındaydım...
Kesin.
Ne güneş umrumdaydı,
ne kızarmış, ucu yanmış bulut.

8.02.2007

Mimli Ben


Geçen hafta içinde blogcu arkadaşım dolphinblue tarafından “mimlendiğimi” öğrenince neye uğradığımı şaşırdım. Gerçekten şaşırdım, çünkü mimlenmenin ne olduğunu, ya da bu oyunda ne anlamda kullanıldığını anlayamamıştım. Benim bildiğim “mimleme” bir şahsı, yaptığı –muhtemelen kötü- bir şeyden sonra işaretlemek ve bundan sonra onu kabahati ile birlikte anmak anlamına gelir... Satıcı, dolandırıcı, saygısız gibi... Tamam mimlenmiş olabilirim, bu anlaşılabilir bir şey ama ne olarak mimlendim merak ediyorum doğrusu? Neyse çok uzatmadan oyuna geçelim...

Bu arada dolaba baktım da, geçen oyunlardan kalma bir sobelenmem, hala ambalajı açılmamış bir halde duruyor... Sevgili saklambaç arkadaşım
Zü-Leyla, beni henüz Türkiye’ deyken sobelemişti. Bu oyuna göre onun verdiği üç kelime ile ilgili bir öykü yazacaktım... Unutmuş değilim züleyla, gelecek güzel günlerde yazacağım...

5.02.2007

TIK TIK TIK!... RUM SÖRVIS


Alıştım artık sevgili dünlük, buraya geldim geleli her tür şekle girmek, her tür işe bulaşmak müstehak oldu bana... "Ne oldu hayırdır?" diyeceksin ama hepten yalan bir meraklanma olacak bu... Bırak, yeme şimdi beni sevgili dünlük, sen benim bir uzantımsın... Hayatımdaki gelişmeleri bilmemen, olan bitene yabancı kalman imkansız. Haa, "Abi elbette ki biliyorum ama ben yazına eser miktarda akıcılık katmak için öyle yapıyorum" diyorsan bir sorun yok. O zaman ben de senin alnından öperim be sevgili dünlük, hatta bu kaba ve yersiz çıkışımdan dolayı özür bile dilerim senden. Biliyorsun bazen böyle patavatsızlıklarım tutuyor… Sus, onaylama!... Onaylamak yok, demedim mi ben sana? Kendi hakkımda olumsuz bir yargıda bulunduğum vakit sukut içinde dinleyeceksin beni. Kafa sallamak, pişmiş kelle gibi sırıtmak yok.

Saolsun, beni sürekli takip eden arkadaşlarım bilirler ama televizyonunu yeni açan seyircilerimiz için tekrar etmekte fayda var. Efendim, bendeniz üç aydır gurbetten yazıyorum yazılarımı. Bir elimde memleket hasreti, bir elimde kendini geliştirme tutkusu olduğu halde oturuyorum masaya. Güzelce karıp destemi, kesiyorum... Az önce tam da bunu yapmıştım işte; ruh hali destemden bir kart çektim ve "Hımm anlaşıldı, bugün hüzünlü değil komik bir yazı yazacağız"  dedim. Sen de ordaydın, duydun di mi beni sevgili dünlük? Hişş, sana diyorum... Niye konuşmorsun kuzum, yoksa bilmeden incittim mi seni?