6.02.2008

Güveç' te Buluşma


Ankara bugüne kadar okul gezileri, gençlik festivalleri ve resmi dairelerde takip edilen işler demekti benim için. Geçen hafta yaptığım başkent ziyaretimde biraz olsun bu üçlemenin dışına çıkmayı denedim. Bir anlamda başarılı da oldum ama esas amaç değişmemişti, elimde bir takım kağıtlarla yine devlet kapısındaydım. Kapıyı çaldım, devlet az önce çıkmış, bir mesajım varsa kendilerine iletebilirlermiş. Tekrar uğrarım, diyerek ayrıldım. O an için gidecek bir yerim olmadığından kaldırımın kenarına oturup devletimizi beklemeye başladım...

Şaşılacak şey, üzerlerinde "Asansörlü Resmi Daire Taşımacılık" afişleriyle birçok kamyon dolanıyordu etrafta. Merkez Bankası' nın taşınacağı açıklanınca sıra diğerlerine de gelecek herhalde, diyerek ekmek peşine düşmüş olmalılar... Öyle dalgın dalgın bakınırken yanıma kadar sokulan adamı fark etmemişim, kulağımın dibinde "Bardakta taze mısır ister misin abe?" diye haykırdığı vakit, resmi dairelerdeki "yangında ilk kurtarılacak" olan devasa dolapların pencerelerden çıkarılışını hayal ediyordum.
  
>>

"Yok" dedim umarsızca. Sahi, nereden çıktı bu bardakta mısır sevdası? Her köşe başında bardakta mısır satan biri türedi. Meğer milletimiz yıllarca gizliden gizliye bardakta mısır arzular, aşerirmiş... Yalan olmasın ama tüm bunlar, bir karikatürist tarafından "mısır tarlası korkuluğu" olarak çizilen muhterem bir zaatın oğlunun başı altından çıkmış deniyor. Muhterem zaat, aslına pek uyuşan karikatürüne tahammül edemediği için dava açmış, sonucunu bekliyormuş...

Başıma gelecekleri anlamam çok uzun sürmedi, aslında bir gün sürecek işi tamamlamak yine bir haftayı bulacak ve ben Karanfil Sokak' ta volta üzerine volta atıp mapusluklar gibi gün çentikleyecektim. Bu anda aklıma nefis bir fikir geldi. Hemen bir internet kafeye giderek Ankara' da yaşadığını bildiğim blog arkadaşlarıma mesajlar yolladım. Fakat öyle ters bir zamanda harekete geçmişim ki, beş kişiden ancak birini yakalayabildim. Yakaladığım blogcu boğaz, fikir ve mizah yazılarıyla ünlenmiş şahsına münhasır bir insan olan Çağlar Bilir' den başkası değildi.

Temasa geçtiğim diğer blogculardan eryol ve hbaşak ile Ankara' da dışında olmaları sebebiyle, somebuddy' le uymayan programımız sebebiyle ve hiçaslıyok ile de son anda çıkan bir iş yüzünden görüşemedik. Gönül isterdi ki, hepsiyle toplanıp bir yemek yiyelim, hoş sohbet ve şakalaşmalar eşliğinde keyifli bir gece geçirelim... Ne yazik ki olmadı dostlar, düşe düşe bahtımıza bir Çağlar Bilir düştü. Buna da şükür tabi, bunu bulamayan da var... Şaka bir yana, yoğun işlerinin içinde zaman ayırıp şehrin bir ucundan kalkıp gelen Çağlar' a buradan bir kez daha teşekkür ediyorum. Yazının bundan sonrası buluşma hikayemizi anlatıyor, buyrun...

Çağlarla buluşacağımız geceden bir gece önce internette karşılaştık ve "yarın gece buluşmaya" karar verdik. Buluşma yerinin saptanması, buluşma zamanının saptanması kadar kolay olmadı. Her yönüyle teknik bir adam olan Çağlar, "heykelden sonra, marketten önce" gibi tanımlar vermek yerine internetten bulup işaretlediği Ankara haritalarını göndermeye başladı bana.

- Patron bak, burası Güven Park' taki dolmuş durağı... Artı işareti koydum oraya. Şimdi oradan dolmuşa biniyorsun, Öveçler 4.cadde... Sonra adadan dönüp güneye doğru inmeye başlıyorsun... Anladın mı?

- Bir saniye, hımm bu haritanın kuzeyi neresi, Kızılay nerede? Ama bunu çekiştirdikçe artı işareti oynuyor?! Evet anladım, galiba, sanırım.

..gibi yazışmalar sonucunda (yaklaşık 45 dakika sürüyor) Çağlarla buluşacağım kordinatları ve uydu fotoğrafında işaretlediği dolmuş güzargahını iyice kafama yerleştiriyorum. Utanmasam büyük ebatlarda çıktısını alıp dolmuşçunun önüne koyacağım... Daha sonra otelden kaç dakika önce çıkmam gerektiğini hesaplamaya koyuluyoruz. Çağlar "dolmuş durağına yürümen onbeş dakikanı alır" diyor. "Abi hava rüzgarlıysa onaltıyı bulur o" diyerek bilimsel şüphecilikle yaklaşıyorum "Evet, haklı olabilirsin" diyor. Meteoroloji Genel Müdürlüğü' nün sitesine bağlanmak üzere izin isteyeceğim sırada bu kadar cıvıtmanın alemi yok, diyerek vazgeçiyorum... En son aşamada telefon numaralarımızı alıp birbirimizi çaldırıyoruz ki, bir yanlış olmasın, eşeği sağlam kazığa bağlayalım. Evet, galiba hazırız, saatlerimizi ayarlıyoruz.

Buluşma saati iş çıkışına denk geldiği için trafik yoğunluğunu da düşünerek yarım saat erken çıkıyorum. İşaret parmağımı tükürükleyerek yaptığım rüzgar muayenesi sonucunda rüzgarın büyük oranda arkamdan eseceği anlaşılıyor. Bu beklenmedik etkiyi, adım boyunda yapacağım kısaltma sonucu dengeleyebileceğim sonucuna varıp tavuk yürüyüşüne geçiyorum. Hava basıncı normal, sıcaklık beş derece civarında... Dolmuş durağına varış beklenenden önce... Normalde dolmuşların sıraya girmesi gereken yerde yolcuların sıralandığını görüp şaşırmıyorum, sırama girip efendi gibi bekliyorum.

Dolmuş içi sıcaklık 15 derece civarında, Kızılay' dan çıkış belirlenen zamanda gerçekleşiyor, trafiği hesaba katmam iyi olmuş. Dördüncü cadde yer yer kırmızı ışıklı, açık... Görüş mesafesi kabul edilir sınırlarda. Sağda solda işaretli binaları kolluyorum... Kara Kuvvetleri Komutanlığı' nı gördüğüm zaman hazırım artık. Yolcular "Başarılar" diliyor. Kaptanla son bir defa göz göze geliyoruz, kumandayı yandaki yolcuya bırakarak gelip sarılıyor. Karşılıklı olarak sırt dövme hareketi yaparken "hadi evlat, göreyim seni" der gibi bakıyor gözlerime, gözleri hafif nemli. "Herşey için teşekkürler" Sanırım vakit tamam. Cıssssss! Hidrolik kapı açılıyor, kendimi geri geri bırakıyorum. Ve özgürlük... Saniyeler sürse de gökyüzünde yuvarlanmanın dayanılmaz hafifliğini bir kez daha yaşıyorum. 800 metrede paraşütü aç. Dur biraz daha tadını çıkar, kuş sürüsü geçiyor üzerinden. Açtım. Ploooof ! Süzüle süzüle buluşma noktasına indiğimde saat 18:50... Paraşütü katlayıp çöpe atıyorum, tek kullanımlık bunlar... Buluşma saatimiz 19:00, plana göre Çağlar beni bu noktadan arabasıyla alıp şu meşhur Güveç' e götürecek. Tam 19:02 de telefonum çalıyor (iki dakika kibarlık payı)

- Abi geldin mi?
- Abi geldim, okulun köşesindeki kaldırımdayım, kafam silme kuş boku.
- Hah tamam, bekle geliyorum.

Bu konuşmadan yalnızca 10 saniye sonra Çağlar Bilir arabasıyla yanaşıyor ve dışarı çıkıyor. "Selam Çağlar" diye sesleniyorum. Avatar fotoğrafından bildiğimiz, bir seferinde de ensesine tanık olduğumuz bayağa bi Çağlar Bilir bu... Sanki ünlü bir insanla karşılaşmışım gibi tuhaf bir duyguya kapılıyorum. Yanına gelip elimi uzattığımda, elim havada kalıyor. "Çağlar benim, Yecaittin" diyerek kendimi tanıtıyorum ama o boş gözlerle etrafa bakmaya devam ediyor. Tuhaf, sanki beni hiç görmemiş te bulmaya çalışıyormuş gibi bir hali var... İşte o anda uyanıyorum, yahu ben şifremi girdim mi? Hemen blogcu ana sayfaya dönüp kontrol ediyorum. Yaaa, şimdi anlaşıldı... Giriş yapar yapmaz kafamda kocaman neon ışıklarıyla "Sarkuteri" yazısı beliriyor. "Aaa Yec! Ne zaman geldin, farketmedim seni" diyor... Kusura bakma Çağlarcım sisteme giriş yapmayı unutmuşum, diyerek özür diliyorum. Arabaya biniyoruz.

İnternet teknolojisi sosyal iletişim alanında çığır açacak deneylere sokmaya başladı insanları... İşte bunlardan biri; Bir buçuk senedir tanışan, birbirleri hakkında oldukça çok şey bilen iki insan ilk kez yüz yüze geliyorlar. Ve yan yana oturdukları araç içinde samimi olup olmadıklarına karar vermeye çalışıyorlar.

Çağlar - Merak etme kaçırmıyorum seni. Güveç' e bu ara yollardan gidiliyor.
YEC - Merak etmiyorum, zaten üzerimde dinleme cihazı var, arkadaşlar merkezden izliyorlar.
Çağlar - Haa, iyi o zaman.

Uzaktan bakıldığında restorandan çok bir aile pansiyonunu andıran yapının adı Yörükhan Güveç. Çağlar' ın yazılarında meşhur ettiği, anlata anlata bitiremediği şu ev yemekleri üretim merkezi... Buzda kayıp düşmeme telaşıyla içeri giriyoruz. Tahmin ettiğim üzere samimi, sıcak bir atmosfer... Restoran sahibesi ile tanıştırılıyorum. Nurcan Abla... Eşi Erol Abi' nin hasta olduğunu öğreniyorum, geçmiş olsun. Yukarı çıkıyoruz. Alçak tabureler, Anadolu usulü alçak masalar, siniler... Çağlar Abi bu evin büyük oğlu kıvamında bi abi, garsonluk yapan küçükler hemen gelip hal hatır soruyorlar. Abimiz sevilen bir sima, bunu anlamak güç değil. Üstkatta Çağlar' ın bir arkadaşına rastlıyoruz ve onların yanına oturmaya karar veriyoruz. Masamızdaki dördüncü arkadaş bir Alman, Çağlar' ın arkadaşının arkadaşı (yani toplamda dört kişiyiz, kafanız karışmasın) Alman arkadaş muhtemelen Türk mutfağının güzide örneklerini tatsın diye getirilmiş buraya. Tanışma faslında komik oluyor tabi blogcu arkadaş tanıtmak.

Çağlar - Bak, bu arkadaşım Yec, biz de kendisiyle ilk kez bugün karşılaştık.
Arkadaş - Eee arkadaşlığınız nereden geliyor?
YEC - (Hımm, c-kutusunda sürekli yazışıyoruz desek? Yok o zaman ayberozu var, havadisçisi var, saç bakımı var... Sahi ayberoza ne oldu?)

Sipariş almaya gelen gence hatrını soruyor Çağlar. Meğer genç dertliymiş "bizi çok sıkıştırıyorlar bu ara" diye ateşlemek üzereyken Çağlar Abi' den gelen "tabi aslanım, siz de çok kaytarıyorsunuz" çıkışıyla bozuluyor biraz. Tatlı sert bir Çağlar yorumu olarak adlandırıyorum bunu, blog yorumlarında da örnekleri var... Yorumu alan kişi bozuluyor bozulmasına ama iyi niyetten kuşku duymuyor, kendini birkez daha tartıp "acaba?" diyor.

Gelen menüye şöyle bir bakıyorum, ismini ilk kez duyduklarımla beraber yirmiden fazla seçenek var. İçinden çıkamayıp Çağlar Abi' ye danışıyorum. Tüm yemeklerin çocukları gibi olduğunu ve ayrım yapamadığını, söylüyor. "O zaman hepsinden getirin birader" diye naralanacak yapıda bir insan olmadığım için kuzulu pilav, yanında elma hoşafı, azcık ta börek istiyorum. Isırganlı börek malesef yok (Çağlar ve arkadaşı özellikle üzülüyorlar buna) Kıymalıda karar kılıp ortaya söylüyoruz. Ev sahibinin tercihi dana kapamadan yana, yanında yine hoşaf... Tabi, yemek anlatmak ve yorumlamak benim alanım olmadığı için buralarda yeterli tasvirler yapamayacağım sayın okuyucu. Sen arzu edersen yine Çağlar' ın bloğuna başvur, orada fotoğraflar eşliğinde nefsini söndür. Ben sana sadece yediğim herşeyden büyük keyif aldığımı, damağımın tadını bulduğumu söyleyeyim.

Yemek sırasında konuşmaya devam ediyoruz bir yandan... Hatta Alman arkadaşa ayıp olmasın diye arada bir de ingilizce laf atıp muhabbeti harlıyoruz. Kendisi tüm Almanlığına rağmen konuşmayı acayip seviyor. O konuşurken biz de kaşık kaşık çatalhöyük çorbamızı içiyoruz. Tabi çorba kısıtlı, muhabbet bol olunca onun lafı bitmediği halde bizim tabaklar bitmiş oluyor ve bir sonraki tabağa kadar eller çenede dinlemeye devam ediyoruz. Benim dışımdaki herkes bilgisayarcı olduğu için kurulum, yazılım, fayırvol gibi kelimelerin geçtiği muhabbete kısa sürede yabancılaşıyorum. Sağolsun Çağlar gerekli parantezleri açarak beni de muhabbetin içine çekmeye çalışıyor. Ben de ucundan kıyısından yakalayıp "Haaaa, öyle mi oluyormuş? Yok artık daha neler, Çık çık çık çık, Eşşoleşekler! " gibi şaşırmalar eşliğinde mevzuyu anladığımı, muhabbetin içinde olduğumu göstermeye çalışıyorum.

Tatlı önerisi geldiğinde, karnımın şişliğini öne sürerek reddeder gibi oluyorum, ortaya atılan "incir uyuşturması" olunca, biraz düşünüp kabul eder gibi oluyorum. Evet tam da bu anda öyle çok uyuşasım var ki, şu minderin üzerine kediler gibi kıvrılıp midemden gurultular çıkara çıkara kaşınsam... 

İncir uyuşturması bir nevi incirli muhallebi. Ama muhallebinin içine incir atıp karıştırıyorlar sanma. Ben de öyle sanıp büyük hata içine düştüm. Meğer bu iş, kuru incirin özenle ayıklanıp ılık süt ile karıştırılmasına müteakip bir takım gizli yöntemlerle yapılıyormuş. Buradaki gizli yöntemler gerçekten gizli. Sormayın. Ben size şu kadarını söyleyeyim, Nurcan Abla' yla Erol Abi iş gezisine çıktıkları zaman ayrı uçaklarda uçuyorlarmış.

Tatlıyı da yedikten sonra finali menengiç ile yapıyoruz, onu da hayatımda ilk kez içtim. Hatta içilen birşey olduğunu da fincan içinde görünce anladım, menengiçi yiyesim vardı halbuki. Sizden tatlı olmasın, pek tatlı, içimi zevkli bir arkadaş. Fındıklı kafekıravna benzettim dadını. Ama kafekıravn ona benziyor desek daha doğru olur. Kütahya porselen fincanlarda gelen menengiç kahvemizin ardından gece, ingilizce türkçe sohbetlerle TRT Radyo 3 Haber Bülteni tadında devam ediyor. Zaten Güveç bir aile ortamı olduğundan yemek yer yemez "hadi bana eyvallah" diyerek kaçmak sünnetten değilmiş, bu yüzden elimizden geldiğince oturup konuşuyoruz.

İşte böyle, bir buçuk senedir sürdürdüğüm blog faliyetinde ilk defa başka bir blog yazarı ile görüşmüş ve göbek büyütme yolunda sağlam adımlar atmış oldum. Başlangıç Çağlar' a kısmetmiş ama eylemlerim ve buluşma taleplerim devam edecek. Zira falımda üç vakte kadar yolculuk var. Üç gün mü desem, üç ay mı, üç yıl mı?

Gün gelir sizin şehrinize, bucağınıza da düşer yolum,
Korninatları alır, 2 metre hata payıyla bulurum.
Yedirirseniz bu fakire, keçiboynuzu, dana kuyruğu falan
Duacınız olur, bildiğim dualardan seçkin bir bukle okurum.

Not: Yazı tamamlandığı anda İzmir yollarına düşmek için hazırlık yapmaktayım.


ÖNCEKİ YORUMLAR:

Yazan:alpernatif | Tarih: 2008-02-07 18:03:59
Konu: Öbür Ankara'lıdan sitem
Anaaaaaaa
Bensiz güvece mi gittiniz ?
Len hadi sen neyse,Çağlar'ın da mı aklına gelmedi alöööö demek
Boğazınızda kalsın emi !!!
..........
Alper kusura bakma, ben senin Ankara lı olduğunu bile bilmiyordum ki...
Topu Çağlar a atıp sıvışayım en iyisi...
Ama geçende Kolin Otel deyken ben de Çanakkale deydim. Ona bir mazeretim yok :)
Yazan:atkadehielinden | Tarih: 2008-02-08 11:40:27
Konu: ....
güzel bir akşam geçirmişsinizz
bende tepkilerimi merak ediyorum doğrusu
bi blogcuyla rastlaştımda
sesini duymak bile farklı oluyor :)
gelirsen memleketimize yediririz sana bi yemek
..........
Güzel insanlar bu blog tutanlar, buluşup tanışmakta yarar var.
Yazan:hbasak | Tarih: 2008-02-08 13:48:10
Konu: sanallık
ben çok güldüm, allah da seni güldürsün e mi?....Geçenlerde havalanında yanınmda bekleyenler arasında bir sanal arkadaş tanıştırma muhabbetine tanık oldum? "Meslektaşım avukat falanca bey" "Barodan mı tanışıyorsunuz?" "Hayır, feysbuktan"
.........
Hehehe en azından meslektaşlarmış... Feysbuk nelere kadir, şimdi burada yazmanın alemi yok... Başak, keşke sen de olaydın orada. Neyse kısmet daha sonrayaymış diyelim.
Yazan:somebuddy | Tarih: 2008-02-08 14:04:07
Konu: tüh
:)) ahahahhaha.. bayıldım ya yazıya.. nasıl keyif aldım okurken.. süper olmuş, süper..
Çağlar bir keresinde bana da bir yer tarif edecekti.. ve aynen bana da o dediğin haritalardan gönderip, dumurlardan dumur beğen durumu yaşamama neden olmuştu.. koptum o mevzuuyu anlatırken.. iyisi mi biz bir dayanışma derneği kuralım, adını da Çağlarzedeler koyalım :)))

şu diyalog ise bitirdi beni:
- Merak etme kaçırmıyorum seni. Güveç' e bu ara yollardan gidiliyor.
- Merak etmiyorum, zaten üzerimde dinleme cihazı var, arkadaşlar merkezden izliyorlar.
- Haa, iyi o zaman.

:))) ehehehhe..
veeee..
nasıl canım çekti okuyunca.. nasıl..
o zamanda üzülmüştüm gerçi ama şimdi okuyunca,
gelemediğime bir daha çok üzüldüm valla..
inşallah bir dahakine Yec..
hem o zaman masada "kurulum, yazılım, fayırvol gibi kelimelerin geçtiği" muhabbetin haricinde geyiğin vururuz dibine dibine :)))
Çağlar alınmasın ama, güveç'i senden dinlemek de bir başka güzel oluyormuş hani :)
..........
Ya sorma, başaramadık bu sefer ama umuyorum ki gelecek buluşmalarda vuracağız o boynuzlu hayvanın dibine :)
Bu arada o alıntıladığın diyalog tamamen gerçek, ilk saniyede öyle bi tedirginlik oldu hafiften :)

Çağlarzedeler derneği işine çağlar ne der bilmiyorum sambadi... Kurucu üye falan da yapamayız ki kendisini. Hehehe...
Yazan:caglarbilir | Tarih: 2008-02-08 19:55:57
Konu: ben de
geçen birşey arıyorum,
çağlar bana da harita açtı, artı işareti koydu, burdan git buraya dön dedi. hep kafamı karıştırdı. ben sağımı solumu karıştırırken adamın anlattığını mı anlayacağım kardeşim. anlatsa ya her insan evladının anlatığı gibi sokak köşe felan.. cık cık cık :D

şeka bir yana dediğiniz kadar var yahu. ben iyice elektronik yöntemlerle kafayı bozmuşum. biraz toparlamak lazım kafayı...

alperin unutulması mevzusu, top cidden bende. bilemedim açıkçası. bir dahaki sefer inşallah, demek dışında bir şey gelmiyor elimden. özür diliyorum hepinizden.

çağlarzedeler derneği mevzusu.. ben kurucu üye, ve dahi içişleri bakanlığı dernekler dairesine dosyamızı hazırlayacak kişi bile olabilirim. zira en çok ben çekiyorum benden :D

sevgiler herkese.
..........
Ya yanlış anlaşılma olmasın çağlarcım, ben bu internetten tarif olayından şikayetçi değilim. Benim gibi sağa dön, sola dön, camiyi geç özürlüsü biri için krokiden bulmak her zaman daha kolay. Ama ankara yı bilmemek biraz zaman kaybettirdi hepsi bu :)
Tamamdır o zaman dernek kurulum çalışmaları başlasın. Aidat ta alalım ama üyelerden...
Yazan:atalet | Tarih: 2008-02-08 22:29:57
Konu: .
hahahahaha..
evet tuhaf bir duygu bu..
sanaldan dostunu tanıştırmak..
kumhavuzunu.. tüm sk ailesine tanıştırmıştım ben..
ııı şey..
arkadaşım..
doktor mu
ııı şey yok ..
dernekten
hangi??
umutçocukları dedim ve yırttım
=)
hahah
ataleti aileye açmayı düşünmüyorum da..
=P
ama gülay dolfin ve çağlarla..
tanışmamız hiç de ööle olmadı =P
yalnız..
sibakstan desen.. bunu ayberozu var.. vs vs bölümünde koptum
=)
..........
Ne de olsa yeni yeni tanışan bir blogcuyum atalet, ben de büyüyünce abilerim ablalarım gibi hemencik tanışıp kaynaşan bilogçu olcam. 
Yazan:Kleopatra81 | Tarih: 2008-02-09 08:21:53
Konu: merhaba
merhaba,
you tube çok fazla zaman geçirdiğim bir sitedir.dün gece fikret kızılok anma gecesi yaptım kendi kendime.ve sizinle karşılaştım Ben GİDERKEN'i ararken.çok beğendim gerçekten.piano2da çok iyisiniz bence.seste farklı anlayamadım tam olarak ne hissettirdiğini.yani hoş anlar yaşadım sizi izlerken ve bir de blogcu olduğunuzu görünce uğrayıp yaşadığım hoş anlar adına bir teşekkür etmek istedim.artık çok sık dinleyeceğim galiba.
Ben gidersem,
ruhum sen kal dünya'da.
Zaar olsan da kaybolsan bir sevdada,
istemem benim gibi acı çekme...
sevgiyle...
..........
Çok teşekkür ederim kleopatra kardeşim.
Bir konserden çekilmiş bi kayıttı o. Günahıyla sevabıyla çaldık birşeyler.
Ne diyelim, iyiki var Kızılok!
Yazan:bunyaminakkaya | Tarih: 2008-02-09 23:42:32
Konu: BİR SONRAKİ...
Bir sonraki gelişin de
epey karşılayanın olacak gibi :)
..........
Belediye bandosunu mu ayarlıyacaksınız abi?
Sahi sizde Ankara dasınız di mi?
Yazan:jidotakafu | Tarih: 2008-02-11 10:39:13
Konu: :D
Koca ağız dolusu güldüm...
Ve tabi yine kendimi kamufule etmeye çalışarak...
Malum iş yeri kaldırmıyor puhahah şeklindeki yüz ifadelerini...

Neyse...
Ben bizim şu grubu yani blogcu arkadaşlarımızı numunelik diye düşünürüm hep..
Senin, benim samimi (sanal demek istemiyorum ben bu arkadaşlığımıza)olduklarımız(ki genele bakarsak aynı kişiler), nedense hep bana cımbızla ayrıştırılmış,
allahın birer lütfu gibi olduğunu düşündüğüm kişlerden oluşuyor..
Şanslı hissediyorum o yüzden kendimi...

Çağlar da benim için bu özel listenin en başlarında yer alıyor...
Bu nedenle ilk buluşma için çok doğru birini seçtiğini düşünüyorum ben...
Çünkü bazen,belki blogda tanıdığından farklı
apayrı biri çıkabiliyor karşına ki ben çağlarla görüştüğümde
hiç böyle düşünmemiştim ...
Evet Çağlar aynı çağlardı...O beni farkı bulmuş olabilir ama ...
Ne komikti yaa..Uyukladım çocuğun yanında resmen...
Ona rağmen seviyo beni canım canımmm :P )
hebele hübele diye koşar adım atladım adamın üstüne sarıldım ve
sonrasında da bildiğimden hiç de farklı biri çıkmayınca ortaya bayıldım :)))...

Hatta sizin buluşmanın ardından çağlar'a sordum.
Nasıl bu Yecaittin komik mi, konuşkan mı napar nasıldır ortamdaki hali diye...
Hani YEC bildiğimiz YEc mi diye...
Öyleymiş valla...
Çağlar öyle dedi yani..
He bildiğin gibi bi adam dedi :))...
Ne anlatıyorum ben yaa...

Neyse de İstanbul'a gel artık Yecaittin...
Tepeleyecem seni artık ama yaaa...
Gerçi bizde güveç yok ...
Varsa da ben bilmiyorum...
Ama onun ayarında biryer bulur götürürüz seni...
He başka taleplerin varsa onları da bildir..
Ben ve saz arkadaşlarım hertürlü hazırlığı yapmaya gönüllü
bekliyor olacağız allah seni inandırsın...

Hee bi de evet çağların o harita üzerinden
anlatımlarını bilirim..
Anlamaya çalışma aşamasında çektiğim
kabız ağrısı benzeri sıkışmayı da ... :))

iyi sen çabuk anlamışsın..
Aferin...

hhahaha son bişey Ayberoz kısmına özellikle çok güldüm bende...
.........
Eee bu kadar zamandır, yazmaya, yorumlamaya bıkmayan kişilerde bir süzmelik, bir seçmelik olması muhtemeldir. Yaşadıklarını yanındakilere değil de blog arkadaşlarına anlatan muhterem zaatlarız biz...

İstanbul a geleceğim jidocum, güveç falan şart değil. Kızılkaya ıslak hamburger ya da bambi kaşarlı dürüm döner de keser bizi önemli olan laflamak...

Son olarak, buluşmaya gelmeden önce uykunu almış ol, olur mu jidocum? 

Hiç yorum yok: