14.06.2008

Demiryolu Günlüğü 2


Sabah yedide kalkıyorum. Gün aymış. Akşamdan toplayıp dirsek temasında hizaya soktuğum bavullarım, askeri bir disiplinle beni selamlıyor. Rahat! Aynada gördüğüm yüz her zamankinden farklı. Giden insanlara özgü bir şaşkınlık var bakışlarında, biraz da çapak. 


Dün işteki son günümdü. Yaklaşık bir senedir sürdürdüğüm golf sahası bakım işini başka mecralara taşımak üzere dostça el sıkıştık patronumla. Arkadaş kalalım, dedim. Sakın kişisel olarak almayın...
 
Sahip olduğum vize nedeniyle bir yerde üst üste iki sezon durmama müsade edilmiyor. Ama bir sezonu dışarıda geçirince tekrar geri gelebiliyorum. O yüzden Amerika' nın yukarı mahallelerinden birinde yeni bir iş buldum bundan bir ay kadar önce. Mizuri Ozark bölgesinde bir Lendsikeyp işi... Mizuri eyaleti ormanları, gölleri, akarsuları ve doğal parklarıyla ünlüymüş. Ama yine de pek güvenmemek lazım, Mayami' nin de paten kayan mini etekli kızları ünlüydü (!) Bir sene içinde gördüğüm patencilerden bu vasıfları taşıyanların sayısı bir elin parmaklarını geçmezken; paten kayan sakallı bıyıklı erkekler, en az on kıllı elin parmakları kadar vardı.
 
>>
 
Yüzümü yıkayıp gözlerimi temizliyorum. "Gözünün çapağını yiyeyim" diye bir laf vardı. Ne pismiş hakkaten, insanı tereyağından soğutacak... Geceden hazırladığım yolculuk kıyafetlerimi giyerken çorabım olmadığını farkediyorum. Böylece ağzına kadar esvab dolu olan bohçamı bir kez daha boşaltmak nasib oluyor. Çantanın en dibinde ikamet eden çoraplardan bir tane alıp bohçayı geri dolduruyorum.
 
Dört bavul ve üzerimdeki kıyafetlerden ibaret malvarlığımla aşağı kata inerken ses çıkartmama derdindeyim. Ev halkı sabah uykusunun en güzel yerinde... Onlar da çok yakında ayrılacaklar. Benden sonra Danyel, sonra Slava... Temmuzdan itibaren tek başına kalacak olan Koreli arkadaşımız KO, Mayami' deki tüm Korelileri toplayıp fahri konsolos olarak hizmet vermeyi planlıyormuş. Söyleyenlerin yalancısıyım.
                    
Eşyaları kapının önüne yığar yığmaz hızır gibi yetişiyor Hasan. Hasan benim daha önceki ev arkadaşım, sağolsun ulaşımla ilgili bir derdim olduğunda hep yanımdadır... Bavulları görünce ilk sözü "hepsi bu mu?" oluyor. Geçen Türkiye yolculuğumda beni geçirmeye geldiği için haklı olarak bir kıyaslama yapıyor. "Bunu bulamayan da var hacı" diyerek kötü bir espri patlatıyorum ama sabahın o saatinde iyi gidiyor.
 
Şu uydu ile yön bulan aletleri bilirsiniz, nevigeytır olarak tabir edilenler... İşte onlardan almış Hasan, istasyonun adresini yazar yazmaz konuşmaya başlıyor alet "buradan sağ yapacaksınız" diyor... Bacım, sitenin kapısından nasıl çıkacağımızı zaten biliyoruz, sen ondan sonrasını anlat! Şimdi yalan yok, anlatıyor kadın "birazdan sola döneceksin, sol şeride doğru yanaş" deyince notumu veriyorum; akıllı bir şey bu nevigeytır. Hani biraz daha samimi olsak "motoru boğma, vites küçült" gibisinden tavsiyeler de verecek...
 
Nevigeytır nereye derse oraya dönüyoruz, dere tepe düz, ilkbahar güz gidiyoruz; bir de bakıyoruz ki istasyon binası... Yalnız tam bu anda bir kaç sokak numarasını şaşırıyor bizimki. İstasyonun önündeyiz ama inemiyoruz "gençler buyrun geldik" demedikçe de ineceğimiz yok. O kadar yürekten bağlanmışız... Neden sonra Hasan "abi geldik sanırım" diyor. "Geldik ama söylemedi ki" diyorum ben hala... Söylesin helalleşip inecem.             
 
İstasyon beklediğimden daha küçük çıkıyor. Bizdeki küçük ilçe istasyonları gibi bir kapısından girip diğerinden çıkıyorsun. İnternetten aldığım rezervasyon numaramı yetkiliye uzatıyorum. "Kimlik" diyor. Kimliği uzatıyorum, bir iki saniye elinde tarttıktan sonra geri veriyor. Bu süre içinde gözlerini bir kere bile monitörden ayırmıyor. Biletim koç siit (coach seat) yani koridorun iki yanı boyunca uzanan çiftli koltuklardan. Yataklı vagon almayı kurarken fiyatları duyduktan sonra vazgeçiyorum "hem diğeri daha sosyal bir ortam" deyip teselli arayarak...                   
 
Mayami' den Sent Luis' e direkt giden bir tren yok. İki tren de yok. Üç tren var... Seyahat boyunca iki aktarma yapacağım demek oluyor bu. İlki Vaşintın Disi, ikincisi Şikago' da olacak. Birincisinde 8, ikincisinde 5 saat bekleyeceğim. Çok şükür ki bu beklemeler gündüz vaktine denk geliyor, böylece şehirleri de gezme imkanım olacak. Duraklamalarla beraber yolculuk tam 58 saat sürecek. Daha önce bırakın treni, hiçbir toplu taşıma aracında bu kadar uzun süre bulunmamıştım.
 
Hasan elinde dört parça kağıtla bana doğru geliyor. Bunlardan her biri bir bavula takılacakmış; üzerlerine adımı, adresimi yazmam gerekiyormuş... Kağıtları doldurup valizlere yapıştırıyoruz. Tren istasyonlara yabancı olduğum için bir ayrılık hissiyatına sahip değilim. Havaalanı olsa, otobüs terminali olsa duygularım daha belirgin olurdu şüphesiz. Hasan' a sarılıyorum ama sanki gazı varmış ta çıkartmak için vuruyorum...
 
Yüzümde şebek bir gülümsemeyle el sallarken bir senelik alışkanlıklara da el salladığımdan habersizim. Beni kendilerinden biri sanıp İspanyolca laf atan göçmenler, günde dört vakit selamlaştığımız otel personeli, zor zamanlarda desteklerini esirgemeyen Türk dostlar ve ne kadar boza pişirse de ensemde, hakkını yemeyip takdir ettiğim Mayami güneşi. Hepiniz kendinize iyi bakın... "Allah' a emanet olun" da diyeceğim ama söylediğim gibi fazla havasına girebilmiş değilim bu ayrılışın.
 
Vagon kapısında biletleri kontrol eden memur arka arkaya zımbalanmış üç tane aktarma bilet görünce başını kaldırıp bana bakıyor. Ekmek almaya bile uçakla giden insanların memlektinde pek rastlanır şey değil... Trene biniyorum, bizim TCDD vagonlarının bir parça güzeli... Tren boş, belirtilen vagonda olmak kaydıyla herhangi bir koltuğa oturabiliyorsunuz. Cam boyundaki koltuklarda priz var, bu güzel haber... Yemek vagonuna yakın olan tarafta bir cam kenarına oturuyorum. Tam bu sırada bagajları taşıyan araç geçiyor aşağıdan, kendi valizlerimi bir görüşte tanıyorum. Fakat o da ne? Benim valizlerin üzerinde kocaman bir "transfer" yazısı yazmasın mı? Bu sanırım, trenden trene bagaj aktarmalarının onlar tarafından yapılması demek; 58 saat boyunca kendi valizlerimden uzak olmam demek; bahsi geçen süre boyunca hep aynı kıyafetlerle oturacağım demek... Hani "üzerinde paralansın" derler ya, işte tam da öyle olması demek...
 
İlk şoku atlatınca olayın iyi taraflarını da görmeye başlıyorum. Valizle uğraşma derdim olmayacağı için gezeceğim kentleri daha özgür gezebilirim artık. Biraz daha düşünüyorum ama başka iyi bir tarafını bulamıyorum. Resmen kokacağım lan!
 
Haydarpaşa ya da Basmane Garı değil, Amerika' nın en güney kentlerinden biri olan Mayami' nin şahsına münhasır kalkış Siteyşın' nı bu. Ve ben İzmir- Ankara seferini yapmakta olan Dokuz Eylül Mavi Tren' de değil; Mayami- Nuyork seferini yapmakta olan 98 Silvır Meteor adındaki Amtrak trenindeyim. Hayat nelere kadir, bundan iki yıl önce söyleseler kesinlikle inanmazdım. Alnımızda 98 Silvır Meteor' da seyahat te yazıyormuş meğer. Eh kader işte... Ben de yıllardır düşünüyorum bu "98 S M" ne anlama geliyor diye? Meğer alınyazılarında da kısaltma yapıyorlarmış. 
 

Blog hayatımda ilk kez bir trenden yazıyorum size. Ama internetim yok ne yazık ki, tek yapabileceğim taze taze yazıp dondurucuya atmak ve internet bulduğum ilk yerde blog sayfama postalamak. Şu an itibariyle Corcia (Georgia) eyalet sınırlarına girdik. Herşey yolunda, henüz türbülans yok, hava açık...
 
Uçaklarda pilot nasıl yolcuyla konuşursa burada da makinist konuşuyor. Kulağımda müzik olduğu için can kulağıyla dinleyemedim ama acil çıkış kapılarından bahsetti biraz önce. "Can güvenliğiniz açısından tren içinde ayakkabısız gezmeyin" dedi. Kafamı kaldırıp baktığımda iki amcanın koridorda çorapla yürüdüğünü gördüm. Hiç te hayati tehlike altındaki insanlara benzemiyorlardı doğrusu; daha çok namaza erken geldikleri için camide tur atan dedelere benzettim ben.
 
Takdir edersiniz ki bu yazıyı bir oturuşta yazmadım. Satır aralarında İki defa yemek yedim, vagonlar arasında tura çıktım ve tuvalet sırası bekledim. Tabi bilgisayarı koltukta bıraktığım için gözüm hep arkada kaldı. Tuvalete girdiğimde bile çaktırmadan kapıyı aralayıp bakıyordum. O yüzden şimdi bilgisayarı kaldırıp biraz rahat nefes almak istiyorum izninizle...


ÖNCEKİ YORUMLAR: 

Yazan:bunyaminakkaya | Tarih: 2008-06-18 22:27:48
Konu: MERHABA
Kaç gündür kapıda kalıp eve girememiş gibi oldum.
Şöyle dolaşıp herkese bir selam vereyim :)
Ya bizi de bu blogcu iyice bezdirdi son günlerde..
..........
Bakım yapmak normal de, hiç habersiz bir şekilde günlerce sürmesi bazı şeylerin kontrol dışı geliştiğini düşündürüyor. Ben de taşınmayı düşünmeye başladım bir çok kişi gibi...

Hiç yorum yok: