2.12.2008

Agalardan Papilere Yolculuk


Arkadaşlarımı farklı hitap şekilleriyle çağırma alışkanlığım ilkokul zamanında başladı. O zamanlar Zeki Alasya ve Metin Akpınar' ın oynadığı "Yaşasın Düşmanım" isimli absürd-komik dizide bolca geçen "agam" hitabı dilimize yapışmıştı... Kolalı yakalar ve siyah önlükler içinde beş-on sevimli yavru düşünün, bunların hepsi gırtlağını sürterek birbirlerine "agaaam" diye hitab ediyor... İşte onlar bizdik.

Gel zaman git zaman bu hitap şekli tüm sınıfa yayılmaya başlayınca agalık bilinci yozlaşmaya başladı :) Biz de modayı başlatanlar olarak agalığı bir sisteme oturtmaya karar verdik. Buna göre ben ve silah arkadaşım Kaya üç yıldızlı, Kıvanç ve Arda isimli arkadaşlarımız da iki yıldızlı aga olacaktı. Yeni katılmak isteyenlere "tek yıldızlı aga" kartviziti verip belli süre izlemeye alacaktık, başarılı olursa iki yıldıza geçebilirdi. Çok komik ama bu uğurda gerçekten çabalayan arkadaşlar oldu.
 
>>

Yıldızlı agalar ders dışında her daim beraber takılır, birbirine destek olur, etkinlikler yapardı. Etkinliklerin çoğu saçma tabi :) Mesala her tenefüste beraber tuvalete gitme etkinliği vardı... Yalnız "üç yıldızlı" agalar pisuarlara, iki yıldızlı agalar alaturka tuvaletlere işiyordu. Şaka yapmıyorum, böyle kesin bir hiyerarşi söz konusuydu sistemde. İki yıldızdan üç yıldıza terfi eden Deniz diye bir arkadaşımız terfiden sonraki ilk çişinde yanımızda saf tutup "agam ne güzel sizinle işemek" demişti. "Berhudar ol evladım" dedik :)

Derken o zamanların belalı Anadolu Lisesi Sınavı çıktı karşımıza. Korktuğumuz başımıza gelmedi çok şükür, agaların büyük bir kısmı bu sınavı geçmişti. Önlükler yerine bu kez lacivert takım elbiselerin içine girdik ama gırtlak paralayan "agam" hitabı hiç kesilmedi. Bugün bile karşı karşıya gelsek o gizli agalık ruhu ile selamlaşıp "aga şöyle oldu, böyle oldu" diye konuşmaya başlayacağımızdan eminim. Aga dürüstlük, naiflik, içtenlik demektir benim için. Sporcunun zeki, çevik, aynı zamanda ahlaklısı gibi birşey. Hayatımın sonraki dönemlerinde de bu özelliklere sahip arkadaşlarıma "aga" demekten kendimi alamadım.

Lise döneminde de birçok moda hitap akımları geldi geçti. Çoğunu unuttum, yalnız uzun süre giden bir "Genç" vardı. Öğretmenlerin ya da yetişkin insanların bizi çağırma şeklini kendi ilişkilerimize uyarlayıp "Genç baksana bi" diyerek söze giriyorduk. Genç aşağı, genç yukarı bayağı bir oyaladı... Sonra "müslüman" geldi. Müslüman pencereyi kapat, müslüman orta yap, müslüman boş kaleye gol kaçar mı?.. Sanırım bu edebiyat öğretmenimizden geçen tuhaf bir isilendirme şekliydi. Mümkün olduğunca okul içinde kullanmaya gayret ediyorduk. Çünkü toplum içinde birini "müslüman" diye çağırmak sizi ister istemez "gayri müslim" tebaasına dahil ediyordu.


-Müslüman?

-Efendim Protestan.


Neyse ki Edirne bu tür olaylara çok takılan bir şehir olmadığı için ciddi bir tepki görmeden mevzuyu kapadık.

Edirne deyince "kusum" hitabına değinmeden geçmeyeyim. Bu aslında "kuzum" hitabının trakyalı amcalarca söylenmesi esasına dayanır. Çeneyi öne doğru çıkartıp "kusum nabüyün beyaaa?" diye girince artık kimse ortamda bir trakya çocuğu olduğundan şüphe etmez. Kusum, zamanla "kusu" formuna dönüşse de güçlü, silkeleyici etkisinden hiçbirşey kaybetmedi. Lojmandan Emre arkadaşımla birbirimizi her gördüğümüzde "kusuuuuuuum naabüüüyün beyaaaa" diye var gücümüzle bağırıyorduk. Bu öyle pis bir alışkanlık oldu ki telefonlara bile taşındı. Yani şu anda tutup onu arasam "alo" demeden önce bu şekilde bağırmam icap eder. O da aynı şekilde bağırarak karşılık vermezse bir derdi, bir tasası olduğunu düşünürüm. Kusuluk müessesesi de günümüzde devam eden kurumlarımızdandır. Edirne kaynaklı bir on-onbeş kusu sahibiyim. Biraraya gelince isimleri rafa kaldırılıp kusuluk ortak paydasında sohbet edebileceğim on-onbeş güzel insan...

Lisenin son yılı Orta Doğu Teknik Üniversitesi' ne gezi yapmıştık okulcak. Sanki karar verememişiz de "Bir de Odtü' ye bakalım, olmazsa oraya gireriz" demişiz gibi bir gezi... Kampüsü gezdiren yetkililer ballandıra ballandıra okullarını tanıtıyor, bir yandan da karla kaplı kampüs içinde geziyoruz. Tam yurtların orada devasa bir kardanadam çıktı karşımıza. Yalnız öyle böyle değil, ereksiyon halinde bir kardanadam bu! Öğrenciler özenle şekil verip bildiğimiz erkeklik organı yapmışlar kardanadama. Yanımızdaki gözetmen bayanın nasıl kıpkırmızı olduğunu hala unutamıyorum. Tabi biz hemen fotoğraf makinelerine sarılıp yanına koştuk. O da ne, bu kardanadam aslında bir kardantranseksüel değil miymiş? Önüne dolanınca her birisi diyarbakır karpuzu iriliğindeki koca memelerini gördük. "Odtü' de her öğrencinin bölüm dışında ciddi bir hobisi vardır" derken şaka yapmıyorlarmış meğer.

Acıkıp meşhur Odtü çarşısına girince daha sonraları dilime pelesenk taşı olacak o hitap şekliyle tanışıyorum. Büfedeki dönerci "İçinde soğan olsun mu hocam?" diye soruyor. Anam, diyorum "adam beni hoca sandı" Bozuntuya vermeden "yok soğan almiyicim" diye yanıtlıyorum. Yerime geçerken arkamdaki çocuğa da "hocam" dendiğini duyuyorum ve onun arkasındakine de... Bu okulda herkes birbirini "hocam" diye çağırıyor lan!

Sonraları bildiğiniz üzere tüm ülke gençlerine yayıldı bu "hocam" usulu. Büyük kitleler tarafından benimsendi. Zamanla hocam, hacım, hafız, ahiretlik gibi çeşitlemelere döndü ama ben bunları pek sevmedim. Hocam kurumu çerçevesinde başladığım tüm ilişkilerime ısrarla "hocam" olarak devam ettim. İster istemez hitap şekli hitap ettiğim insanla harmanlanıyordu çünkü. Birini ötekinden ayırmak duvarı badanasından ayırmaya benziyordu. İlk aklıma gelen hocam, Özgür hocam... Bir buçuk sene aynı koroda şarkı söyledik, gezdik tozduk yeri gelince kafayı da çektik ama birbirimize bir defa adımızla hitap etmedik. Bir sefer ne olduysa bana adımla seslendi. Şaşırdım "Hocam" dedim. O kim? Yazıyı okuyorsa burdan selam göndereyim kendisine.

Üniversite yıllarımı da şöyle bir kurcalarsam ilk bulduklarım "Toprağım" ve "Ortaaam" hitapları... Aile ocağından ayrılıp büyükşehir İzmir' e gelmiştim. İlk iki yılımı bir öğrenci yurdunda geçirdim. Başlarda çok şikayet ettiysem de şimdi geri dönüp bakınca "iyiki de kalmışım orada" dediğim bir öğrenci yurdu. En büyük faydası tek çocuk olan benim gibi birine paylaşmayı öğretmesidir. Pek bencil yapıda biri olmamama rağmen ne bileyim, bir çubuk krakeri kimseye ikram etmeden mideye indirirdim. Tişortumu, kazağımı kimselerle paylaşmazdım. Yurt hayatı, makarnanın suyunu koymadan önce "aç olan var mı?" demeyi öğretti bana. Ve bu sorunun cevabının hep "evet" olduğunu...

İşte burada gördüm ilk Hemşoları! Gurbet psikolojisi öyle bir şey ki, doğduğun büyüdüğün topraklara bin kilometre yaklaşan herkesi bağrına basmaya hazırsın. Özlüyorsun, özlüyorsun ve hemşoların artıyor. Karşı odada bir arkadaş hem benle, hem Okanla, hem de Mustafa' yla hemşeriydi mesala. Ben Edirneliyim, diğer iki arkadaş sırasıyla Van ve Balıkesir' den...

Ama hemşo lafını pek tutmadım ben. Yeri gelince gurbetteki öz hemşosunu öpebilen (!) bir kurumdan çok hayır bekleyemezdim. Onu yerine "Toprağım" a yöneldim. Toprağım daha doğal, organik ve içtendi. Topraklarımla güzel günlerim oldu. Topraklık güzel bir buluşma noktası. Hepimiz birgün toprak olmayacak mıyız ziyadesiyle?

Sonradan ev arkadaşlığı da yapacağımız Tevfik beni "ortaaam" diye çağırmaya başladığında başına gelecekleri bilmiyordu. Sanırım yıl 98 idi... Şimdi olmuş 2008. Efendim, ben bu on yıl süre zarfında bir Konyalının ömrü boyunca sarfettiği toplam "ortaaam" lardan belki üç kat daha fazla sarfettim bu hitabı. Bizimkisi kar ortaklığı da değildi, öküz ölünce sonlananlardan da... O yüzden hala görüşür ortaklığımızı sürdürürüz.

Üniversiteden sonra kendimi burada ABD' de buldum. İlk zamanlar kaybetmiştim sonra tekrar buldum :) Bu sayfaları takip edenler bilecekler, ilk gidiş zamanları yazılarım hep hasretle doluydu. Şimdilerde ise hasret miktarında düşüşler oldu. Yok yani, hasret bağrımızda kripton taşı olarak durmakta ama hakkında yazmanın faydası kalmadı... İyi yanları ve kötü yanlarıyla kabullendim burada bulunma serüvenimi. Trabzon' dan kalkıp bir fıkra için Amerikaya gelmiş Temel' den daha çok şey biliyorum artık. Mesala ağzını yamultup "taksi" deyince taksi geliyor "hoteel" deyince otele götürüyor. Bunlar "temel" şeyler, İngilizce ağzını yamultup konuşma dili. Gerisi önemli değil, Türkçe kelimeleri kullanabilirsiniz.

Peki İngilizce' de insanlar birbirine nasıl hitab ederler? My friend, Brother, Bro, Dude, Buddy, Fella, Man... Dikkat edilmesi gereken her insana her hitap şekli ile gidilmeyeceği gerçeği. İlk geldiğimde zenci abiler çok seviyor diye "bro" diyip duruyordum laf arasında. Birgün bir tanesi "sen benim bro'm değilsin, niye beni böyle çağırıyorsun?" dediği zaman sustum. Susuş o susuş, şimdi zencileri sadece isimleriyle çağırıyorum... Şu andaki ev arakadaşım tipik bir Amerikalı, hitaplara olan zaafımı bilmeden "dude" kalıbına alıştırdı beni. Şimdi "düüt" olmadan tek bir cümle bile kuramıyorum. Düüt peynir ekmek, nokta virgül gibi bir ihtiyaç oldu lügatımda.

Burada yaşadığım bölge Florida, Miami... Güney Amerika ülkelerinden gelen yoğun göç yüzünden İngilizce' den çok İspanyolca' nın konuşulduğu bir bölge. Tahmin ettiğiniz gibi İspanyolca isimlerim de oldu çok şükür. Hispanikler bayanları "mama, mamita, charmita" gibi şekillerde çağırıyorlar fakat erkeklere düşen hitap çok üzücü:

Papi!

Her "papi" deyişlerinde aklım süs köpeklerine gidiyor. Yani bir hitap bu kadar karizmadan, erkeklikten, estetikten uzak olabilir. İş arkadaşlarım henüz İspanyolca konuşamadığımı bilseler de giriş hitabı değişmiyor.

- Papi, rica etsem bana şu şu konuda yardım eder misin?

Dilimi sarkıtıp patilerimi sallayarak sevimli sevimli bakasım geliyor inanın.

- Ederim de, dişlemelik kemik var mıydı?

Şu kaderin ördüğü orlon ağlara bakar mısınız dostlarım, zamanın üç yıldızlı agası şimdi gurbet ellerde elin Papi' si oldu. Üstelik yıldızı yükseltme şansı da yok :) Galiba uzunca bir süre alaturka tuvalete, bilemedin çalı dibine işeYECek.
 

8 yorum:

Adsız dedi ki...

açıkçası bu kadar etkin olduğunun farkında değildim.. ben bu hitap işinin.. bir tek arkadaşımla birbirimizi karga diye çağırmanın dışında.. bi de bana da karga deyin diyen bir üçüncüye.. sen olmazsın dememiz dışında..etkin olmadı hayatımda..
çok keyifle okudum o yüzden.. süperdi dönemsel hitaplar..
dilin canlılığının bir yazılı kanıtı olmuş.. çok sevdim..
iki yıldızın üç yıldıza terfisi töreninde.. koptum.. =)

ağalıktan papiliğe geçişi de..
az zorlasan sosyal bi fenomen bile çıkabilirdi burdan.

olsun sen şöyle düşün bence..
papi.. babalıkın karşılığı gibi sanki dimi.. ispanyolcada..
agalıkdan babalıklığa..
ordan da bi bakmışın "baba"lığa =)
artık hangi anlamda dilersen....
sevgiyle..
atalet..

Oya dedi ki...

uvvv..
özlemişim seni okumayı be Yec..
bir önceki yazıyı saymıyorum çünkü daha ziyade alıntıydı..
ama bu çok keyifli bir yazı olmuş..
müthiş hoşuma gitti..
(müthiş hoşuma gitti kulağa pek hoş gelmedi ama di mi?)

sen yazınca,
ben de kendi hitap şekillerimi düşündüm..

çok içince herkese "kuzi" diyorum..
(utanç verici ama öyle)

"hocam" zaten..
demeyeni dövüyorlar Odtü de :)

kankigillere "yavrum" derim..

kocaya dediklerimi ise burada yazamam..
çünkü buraya yazarsam,
yazdıklarım mahkemede aleyhimde delil olarak kullanılabilir..
öyle olursa ben de boşanmadan sonra nafaka falan alamam :)

ancak şu yıldız hadisesi süpermiş Yec..
o yaşta,
o otorite ve itaat..
helal olsun valla :))

ve ayrılmadan..
memleketten teee oralara,
sıcacık bir bayram tebriği yollarım..
küçücüğüm olarak da gelip elimi öpmeni beklerim :p

alpernatif dedi ki...

ahah
ben boşuna kendi blogumda mizah adına bir şeyler yırtınıyorum :D

burada en yakıştırdığım lakap topraaam oldu
işle ilintili :D

ama papilik ?

Yok be hocam
uymaz Türk erkeğine !
hani biz daha böyle rotweiler felan tarzıyız ama
ispanyolcada varmıdır karşılığı ?

baba,kocaman saygı ve sevgi yolladım çileli memleketimden :D
(yazı içinde bir sürü hitap kullanılmıştır :D)

Adsız dedi ki...

hacım, iyi bayramlar. :)

"kanfuu, geçen komtanın karıyı bi gördük, üff. (bi kilometre mesafeden, o olduğunu varsaydığı herhangi bir canlı için diyor)"

Adsız dedi ki...

ne kadar arkadaş canlısı bi insansın :))agalık müessesine bittim en çok ahaha aynı pisuvara işemek en büyük zevk en büyük mutluluk en büyük paylaşım olsa gerek :)))
papi hakkaten içler acısıymış :)))
benim herkese hitabım farklı oluo.birine hacım derim birine ortaam.bir sürü balım vardır ama.herkese balım diyorum :)))

Şarküteri dedi ki...

ATALET:
Saol ataletim, dil nereye gitsek peşimizde. O sana değil sen ona uyuyorsun. Hayat boyu hiç peşimi bırakmadı hitaplar. Ve bırakmayacak gibi gözüküyor.

Karga? Karga da çok değişikmiş haa..

OYA:
Aslını istersen ben de yazmayı özlemişim. Bazen kopuyorum blogtan... Kuzi, Hocam, Yavrum... Ben de evladım derim bazen. Ama içince farklı hitaba geçmek ayrı bir aşama. Başka bir başlık altında incelemek gerek sanırım. Otoriteden değil de de ne bileyim arkadaşlar arasında sevilen bir kişi olmaktan gelen bir yaptırımımız vardı sanırım :)

Elinizi öpeyim ablacım, iyi bayramlar.

ALPERNATİF:
Alper hocam sizin mizahçılığınız ülkeye mal olmuş durumda. Biz burada kendi çapımızda takılıyoruz. Toprağımı ben de yakıştırıyorum kendime. Papi aslında baba demek ama çok thasack oğlanı bi baba. Bünyem bi türlü kabul etmiyor :)

ÇAĞLAR:
Abi bizim henüz askerlik anılarımız olmadığı için belki de en önemli hitap ortamından yoksunuz. Tertip, devrem, dede, torum vs. bunlar çok önemli şeyler. Ama kanfuu? Ayrıca güzel. Komutanın karısını da merak etmedim değil laf aramızda.

İMBİR:
Kardeşimiz olmadığı için sanırım arkadaş müsseselerine daha bi önem verdik imbirciğim. Ortaaam sen de var yani. Ne güzel... Balım sanki biraz özel hayat kokuyor ama bir insanın samimiyeti yüksekse neden olmasın. Çam balım, kovan balım diye daha değişik açılımlar da olabilir :)

Unknown dedi ki...

TIRTIL
Bundan üç yıl kadar önce veliler toplantısına katıldım. Kız çocuklarının kılık-kıyafet durumu konuşuluyordu.
Söz alıp düşüncelerimi söyledim:
"Nasıl ki kadını tamamen kapatan, örten kıyafetten rahatsızsam; kişiliğin önüne geçen dişilik gösterilmesinden de rahatsız olurum. 18 yaşına kadar kız çocuklarına ise ayrıca bir özen gösterilmeli. Tıpkı kozadaki tırtıl gibi geçirilmeli ergenlik süreci. Zamanı gelince güzel bir kelebek gibi çıksınlar ortaya ama liseyi bitiren kadar tırtıl kalmalarını daha doğru buluyorum."
O günden sonra benim kızların adı Tırtıl kaldı. :)

Şarküteri dedi ki...

BÜNYAMİN ABİ:

Ben de katılıyorum dediklerinize. Ama bu dil alışkanlığı kızlarınız yeterince büyüdüğünde değişir mi acaba? Yoksa tırtıl diye gider mi böyle?