14.01.2009

Bir Konser Akşamı


Önünden geçerken hep hayıflandığım binanın yanındaydım. Yürüşümü sürdürüp hayıflanmalarıma bir yenisini ekleyecektim. Eklemememin sebebi neydi, bilmiyorum. Usulca giriş kapısındaki panoya yaklaştım. Bu gece saat yedi buçukta... Hımm. Uygun mudur? Uygundur.

Eve gelip duş aldım, internete takıldım, çay yaptım derken saat altı buçuğu buldu. Hala bir saat vardı konserin başlamasına. Tanrım yine başarmalıydım. Kendimi öyle ustaca, öyle derinden oyalamalıydım ki, salon kapıları kapanmadan yalnız bir iki dakika önce kan ter içinde, telaşla girmeliydim fuayeye. Aksi bana yakışmazdı. Yılların geç kalan, geç kalmamak üzere koşturan adamıydım ben... Daha bir kere hatırlamam ki etkinliklere, randevulara yirmi dakika öncesinden gelmiş olayım, ellerim arkada bağlı vaziyette aylak aylak dolaşayım. Yok, mümkün değil. Sadece yaz başlarında bir sefer, o da önceki gece tüm ülkeyle beraber saatimi bir saat ileri almayı unuttuysam başıma gelir. Buluşma yerine bir saat öncesinden varmak, başka türlü rüyamda görsem inanacağım şey değildir.
 
>>

Neyse, internetteki amaçsız gezintimi sürdürdüm bir müddet daha. Hani bir çok sayfaya girer çıkarsınız ama elinizde birşey yoktur ya öyle. Neden sonra o bildik şarkının nakaratı duyuldu. Söz ve müzik elbette ki bana ait:

-Anam on beş dakika kalmış!

Ve yine başarmıştım... İki dakika pantalon-tişort, yarım dakika saçlara su çırpmak, üç dakika da kendi kendime sövmeyi çıkarırsak tam dokuz buçuk dakika kalacaktı geriye. Yetişmek imkansızdı yani. O yüzden kendi kendime sövmeyi bir süre ertelemeye kara verdim. Saçlarımı ellerimle düzelterek zaman kazandım. En yakındaki tişortumu giydim. Ne var ki pantalon giyme işinden tasarruf etmek mümkün değildi. Fermuarı çekmeyerek minumum sürede yaptım bu işi. Nasıl olsa telaşlanmıştım, telaşlanan metabolizma böbreklere tam yol verecekti, böbrekler son içtiğim çayı süzmeden idrar torbasına yollayacaktı ve ben konser salonuna girer girmez tuvalete koşacaktım. Bingo! İşte fermuarlar açık. Bir tasarruf ta buradan...

Neyse ki konser salonu sadece beş blok uzağımdaydı. Amerikan ölçülerine göre bir bloğun ortalama 200-300 metre geldiğini de ekleyelim. Yani altımda bisiklet olmasına rağmen bir kilometreyi aşkın yolu sadece on dakikada almam gerekiyordu. Evet, son tasarruf önlemlerinden sonra dişimizden tırnağımızdan arttırdığımız zamandı bu! Bunu bulamayan da var, deyip pedallara asıldım.

"South Beach" bisikletleriyle ünlü bir belde. Yani Miami' nin geri kalanında tek bir bisikletli göremezken bu uzun ince adacıkta yüzlercesini bulabilirsiniz. Ama bu, yayaların her bisikletliye hürmet ederek yol verdiği anlamına gelmiyor. Hatta belki bisikletten bıktıkları için onları hiç sallamadıkları anlamına geliyor. Çok şükür ki çocukluktan gelen "usta pedalcılığımla" insan sürülerini bıçak gibi yarmayı beceriyorum. Gecelerden cuma olması da ayrı bir handikap. Yaşadığım yerin nüfusu hafta sonlarında neredeyse iki katına çıkıyor.

"Lincoln Theater" önündeki bisiklet parkına vardığımda saat yediyi yirmi dokuz geçiyor. Ve ben kendim dahil kimseyi öldürmeden gelmeyi başarmışım. Fakat o da ne, kapı önünde büyük bir kalabalık var. Hatta içeride hiç kimse yok ta diyebiliriz! Bisikleti kitleyip kalabalığın arasına karışıyorum. Yabancı bir kültür içinde her zaman tekleyebilirsiniz, üzülmeyin. Benim yedi buçuk diye gördüğüm meğer kapı açılış saatiymiş ve konser kapı açıldıktan yirmi dakika sonra başlıyormuş! Küfür dağarcığımdaki bir kaç belirtili isim tamlamasını kullanarak kendimi tamlıyorum. Bu daha önceden ertelemiş olduğum üç dakikalık "self-sövme" merasimi. Üç dakikayı biraz geçiyor ama...

İçeri girince ilk iş tuvalete gidiyorum. Yok, fermuar kapalı merak etmeyin. Onu apartmandan çıkmadan önce hallettim. Ne yani fermuar açık bisiklet mi sürecektim? Dünyanın her yanından gelen turistler, genç kızlar etrafımdayken bir de... Daha neler!

Uzun zamandır gelmek istediğim ve bu geceye kısmet olan konser, New World Senfoni Akademi Orkestrası' nın olağan konserlerinden biri. Şansıma, Fransız İzlenimciler' den ikisi var... Debussy ve Henri Dutilleux. Debussy' i bilir ve severim ama diğer besteciyi ilk kez dinleyeceğim. Konserin ikinci yarısı Hector Berlioz' ün Harold İtalya' da isimli senfonisine ayrılmış. Berlioz bir izlenimci olmamasına rağmen izlenimciler programına girmiş, orasını anlamadım. Kendisi nereden baksan romantik bir bestecidir. Nereden?

Bilet fiyatları da ilginç, onu da belirtmekte fayda var. Salonun değişik yerlerine itafen 28-70 dolar aralığında değişen fiyatlar... Ayıptır söylemesi "her yerden aynı lan" diyerek en ucuzundan almıştım biletimi. Bilmem ayıp oldu mu? Ama şöyle oldu, uzun zaman arayıp bulamadım koltuğumu.

- C.15 numarasına sahip koltuk olması gereken yerde yok.
- Emin misiniz? Durun ben size göstereyim.

Görevli tutup ta nereye oturtsa beğenirsiniz? Türkiye' de belediye başkanının ya da valinin oturduğu yere... En ön sıradaki en orta koltuğa. Yani tamam, müzik seven, senfoni konserlerine gitmiş bir adamız ama böyle bir jeste gerek var mı sayın şefim? Kafamı hafif sağa çevirince yanıbaşımdaki orta yaşlı, süslü bayanla göz göze geliyoruz. Aha, işte Miami Belediye Başkanı' nın karısı! Büyük ihtimal başkanın son anda bir işi çıktı ve eşi hanım kavalyesiz kalmasın diye koltuğu bana verildi. Kibarca gülümsüyorum. O da bana gülümsüyor.

- Miami' nin altyapısına bilsen ne çok para harcadık hanım.

...gibisinden bir laf edesim var, havaya girmişim. Bi de aklımda o soru var tabi, ben 28 dolara başkanın karısının yanına oturduysam 70 dolar verenler nereye oturdu? Ya da onların kucaklarına oturan birileri mi var? Omzumun üzerinden çaktırmadan arkaya bakıyorum. Herşey normal, sevişen birileri gözükmüyor. Ha bileyim de böyle bir uygulama varsa üç beş neyse biz de biletimizin üzerine koyarız. Maksat maksimum konser hazzını yakalamak.

Orkestra genç müzisyenlerden kurulu. Nerdeyse benden daha yaşlısı yok, o derece. Benim de on dokuzumdan gün aldığım bu günlerde varın siz şaşırın şu hale. Ben şaşırmadan kenardan izleyeyim... Amerika bütün dünyanın karması bir ülke. Orkestra elamanlarına bakınca da hissediliyor bu. Asyalısı, Afrikalısı, Anglosaksonu, Latin Amerikalısı, Avrupalısı hepsi orada... Hepsi de hala okumakta olan akademisyenler. Master, doktora öğrencileri. Maşallah, allah sevdiklerine bağışlasın, diyorum. Ön sıradaki uzunca boylu çellocu kız biliyorum ki notalarıyla meşgul. Konser başlamadan önce, son dakikaya kadar sınav çalışan öğrenci haylazlığıyla ezber yapıyor. Muhtemel en zor yerleri çalışıyordur ama sanki bana da uzanıyor bakışları. Tam önümde, bacaklarını ortadan ikiye açmış duran çellocu kızdan bahsediyorum. Çello' nun çalınma biçiminden ileri gelen bir duruş olduğunu, bilmeyen okuyucular için hatırlatalım. Fakat heyacanlı birşey bu çello be okur. Hakkını vermek lazım, gözler çakır çakır... Tü tü tü maşallah.

Başkemancı hanım kemanından "la" çekiyor. Ve ardından bütün salonu kaplayan diğer ensturmanların "laaaaaaa" ları yankılanıyor. Ben bile sesimi akord etme ihtiyacı duyuyorum. Olur da günün anlam ve önemine yönelik bir konuşma yapmam beklenir. Bugüne bugün başkanı temsil eden bir zaatım.

- Miami' nin altyapısına bilseniz ne kadar çok para harcadık sevgili hemşerilerim.

Akord faslından sonra şef geliyor alkışlar içinde. Ama ne Rengim Gökmen' in ne de Gürer Aykal' ın karizması var! Bayağı tekel bayini kapatıp cebinde kuruyemişlerle konsere gelmiş esnaf görüntüsü veriyor. Öbür cebinde kabarıkça duran şey de kepenklerin anahtarları olmalı... Konser kitapçığında "çok sağlam orkestralar yönetmiş, başarılı bir şef" yazıyor kendisi için... Doğrudur, görünüşe aldanmamak lazım. Tekel Bayilerini de buradan tenzih ediyorum. Şahsıma yönelik bir protesto yürüyüşünde bulunmasınlar... Ve bilsinler ki orkestra şefi olmak öyle çok uzak bir düş değil onlar için. Yalnız anahtarları ve sigarayı her daim cepte tutmamaya özen göstersinler.

Neyse konser başladı. Daha önce izlenimci besteci dinlememiş olanlara hafif bir ağırlık çöktü tabi. Göz kapakları yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya kapanmak üzere gevşedi. Reis beyin hanımı eserin on beşinci dakikasında gerçekleştirdi ilk kafa düşmesini. İki solumdaki beyin bu süre itibarı ile çoktan REM uykusuna geçmiş olduğunu fırıl fırıl dönen gözlerinden anlıyorduk. Bense tüm yüce gönüllülüğümle sadece esnedim. Kibar ve saygılı bir esneme oldu. Ne de olsa sanattan anlıyoruz, küçük dilimize kadar gösterip ağzımızdan su fışkırtmanın manası yok. Ağızdan su fışkırtmak tasvip etmediğim bir hareket.

Klasik müzik konselerinde dikkat edilmesi gereken diğer bir husus ta eser bölümleri arasında galeyana gelip alkış yapmamakır. Şef ne zaman önünü dönüp "allahım başardık" ifadesi ile size bakar, o zaman alkışı basarsınız... İlla ki de önünü dönmeden alkışlayayım, alkışı başlatan ben olayım diyorsanız o zaman orkestraya bakın; önlerindeki nota sayfalarını karıştırmıyorlarsa eser tamamlanmıştır, alkışlayabilirsiniz. Yok, tırım tırım nota arıyorlarsa bir sonraki bölüme, atıyorum "andante moltoya" geçeceklerdir; bu durumda sessizlik içinde beklemek icap eder. Fakat Amerikan seyircisi içinden de bu kuralı bilmeyen çıktı ya, ne diyeyim artık. İki yerde hemen alkışa sarıldı bunlar ve korkarım ki 70 dolar ödeyip balkona oturan azınlık içindeydiler. Çok ayıpladım. Ben 70 dolar versem çok daha dikkatli takip ederdim.

Şefin aynen betimlediğim "allahım başardık" bakışları eşliğinde ilk bölüm kapandı. Alkışlarını bu an için biriktirenler, havai fişek ateşlenmesine benzer bir gürültüyle seri halde patladılar. İlk bölüm tamamlanmıştı, on beş dakika ara verilecekti... Sigara tiryakileri dışarı, uykusunu açmak isteyen sanatseverler de tuvalete doğru yollandılar. Ben koltuğumdan ayrılmayarak çellocu kızın kalkmasını bekledim. Çello değil de "kontrbass" çalsa daha mı yakışırdı ne? Kız tabi utangaç olduğu için yüzüme bakmadan kalkmayı yeğledi. Kalktı ve gitti. Geri geldi. Ben koltuktayım. Ara bitmiş demek bu ara. Sonra yine bana bakmadan oturdu. Toplamda bu kız bana hiç bakmadı desem başım ağrımaz.

Besmele çekip ikinci yarıya başladık. Sanatseverler yüzlerine çırptıkları soğuk suyla beraber daha bir aydınlanmışlar, pırıl pırıl gözlerle yerlerini almışlardı. Reisin hanımı kabarık etekliğini sürte sürte üç manevrada oturdu yanıma. Eser başlamıştı ama bir tuhaflıkla... Eserin solisti yoktu! Normalde bir viyolacının solo icrasını gerektiriyordu parça. Benim bildiğim ve programda yazan buydu... Solo kısım başlayana kadar sürdü bu solistsizlik. Sonra ilgili bölüme ramak kala kulis kapısından koşar adımlarla dalan birini gördüm. Kumaş pantalonun üzerine masa örtüsü gibi serdiği uzun siyah gömleğiyle gelen kişi Reid Harris' den başkası değildi. Kendisini tanımam etmem, ama merak ettim; hızla gelirken ayağı takılsa, yere kapaklansa ne olacaktı? Riske atmaya değer miydi bu kadar? Eserin başında gel, beş dakika çalmadan bekle işte sahnede... Sonradan biraz empati kurdum, galiba Reid te benim gibi son dakika adamıydı, bu yüzden hiçbir koşulda beklemeye razı değildi... Zaten solosunu bitirir bitirmez geldiği patikadan geri kaçıverdi. Eser Reid' in ayakkabılarını vura vura gidip gelmeleri arasında devam edecekti anlaşılan.

"Harold İtalya' da" inişli çıkışlı uzun bir yolun ardından güçlü bir finalle son bulduğunda zevkten dört köşe bir haldeydim. Konseri sahnenin hemen dibinden izlemek ayrı bir keyif vermişti. Yaylı çalgılar göğüs kafesimi, on cep telefonunun aynı anda çalmasına eş değer bir titreşimle sallayıp durdu o gece. Bilhassa çello grubu! Ben şef olsam çello grubunu ayrıca alkışlatırdım... Başkanın eşi alkışlamalarına ayakta devam etmek üzere zarif bir hareketle doğruldu. Ben de naçizane eşlik ettim kendilerine. "It was an amazing show" diyerek kibarca gülümsedi. "Yes, it was" diyerek kibarca karşılık verdim. Bir müddet kibarca alkışladıktan sonra kibarca evlerimize doğru yola koyulduk. Ne var ki karnım açtı, köşedeki türk büfesinden çift dürüm döner yaptırsam mı acaba, dedim. Sonra vazgeçtim, bir klasik müzik yazısını çift dürüm dönerle bitirmek hoş olmazdı.

8 yorum:

Adsız dedi ki...

hahaha..
dönere de yer verdin ya =P.. ne diyecektim unutuyordum nerdeyse..

önden seyretmeyi severim..
her gösteriyi..
ama balkon için de dürbünlerim var..=)
erken gitmeyi severim..
eller arkada olmasa da dolanmayı..

gerçi okurken bi ara..
saraydan kız kaçırmayı anımsadım nedense..
=P
konserden çellocu ayarlama bağlamında..=D..
..
şu çello sesi rak müziğe de pek yakışıyor.. diyim.. bi de alakasızca..

sevgiler bırakıp kaçiim sonra..

atalet..

carpediem dedi ki...

döner dürümden
vazgeçmen iyi olmuş,
bu konserin üstüne,
ne giderdi diye düşündüm bir an
çellocu kızı çağırsaydın
keşke ...
buralarda mahsunun sevgilisi çellocuydu galiba...

بerجesتe dedi ki...

ben,normalde anlamadığım konulara/ yazılara yorum yapmaktan çok da keyif alırım.bu yazıya yorum yazmak,hani kahpe bizans'taki gibi geleneksel ayinde "sordum sarı çiçeğe" ilahisini terennüm etmeye eşdeğer olacaktır;ama klavye geçmiş madem elimize,e keyif de sözkonusu,karalayalım bişeyler.
tabi bu müziklerden,alkışladıklarınızdan,çelloculardan falan anlamam da:) şu başkan eşine,kavalyelik etmek öyle her kişinin harcı olmasa gerek.hem müselman,hemi de türk..er kişiymiş şu genç yahu:) ve de ilâveten allah bizi zevâl etmiyor be Yec..70 dolar verip arka salonda zevksiz zevksiz esnemek de vardı..28 dolara gözün gönlün kulağın bayram etmiş... daha ne ..di mi..

** çift dürüm dönerle de bitebilirdi konser.hatta şahane olurdu,bize yazmazdın olur biterdi :)

Adsız dedi ki...

Alkış yapmak... :)
vardı bizim lisede de bu kavram. Hocaya anlatmaya korktuk hepimiz alkışın yapılan birşey olmadığını.

Çellocu da akşam aklımızda yatağa götürdüklerimizdenmiş anladığım kadarıyla. Medeni cesareti yükselten soslar kullanmak lazım dönerde.

Not: İlk saatlerinde okudum yazıyı yine de, bekleyeyim dedim biraz. Evet sindirince de güzel.

alpernatif dedi ki...

ben şimdi Miamide "çakma belediye başkanının tanıdığıyım" diye hava atsam olabiler mi ?

Şarküteri dedi ki...

ATALET:
Sevgili bir numaralı yorumcum atalet, çok alıştırdın böyle beni... Erken gitmeyi sevenler uzaylılar gibi bana. Şaka bir yana çok özenirim kendilerine. Konserden kız kaçırma, sonra geceyi nezarette geçirme diye de devam eder mi o seri? Çello sesi insan sesine en yakın çalgı derler. O yüzden çok dokunaklı...

BEYAZ GELİNCİK:
Evet, koca yazıdan nedense döner dürümü çekip almış bütün yorumcular. Bu kadar etkili olacağını tahmin etmemiştim... Mahsunun sevgilisi :) Bir sevgilinin mahsun' a ait olması... Komik birşey var burada ama adını koyamadım.

TÜRKOLOG:
Ben senin bloğu kaybettim arkadaş. Başlıktaki linke tıklıyorum orada blog gözükmüyor. Bir haberdar et..
Evet başkan eşine kavalyelik gerçekten önemli bir onur! Evet 28 dolara hepsi birden. Bu hafta yine gideceğim bakalım bu sefer kimin karısı gelecek? Valla kendime engel olamadım yazdım döneri, bir kontras olsun dedim. Bu arada miami de çift dürüm döner olmasına da kimse şaşırmadı, o da ilginç. Ama var harbi...

ÇAĞLAR:
Orada cümlenin ahengine en iyi yakışan o olduğu için seçtim "alkış yapmayı" Alkışlamak deyince havada kalıyordu biraz. Medeni cesaret dedin sol yanımdan vurdun beni. Ama kurşun sağ yanımdan hem de hiç bir oragana zarar vermeden geçip gitti.

ALPERNATİF:
Olabiler. Çakma belediye başkanı eşinin çakma olmayan gerçel kavalyesi' nin arkadaşı...

Adsız dedi ki...

ne şaşırıcaz.. döner varmış miamide diye..
olmasa şaşardık =P

bir tek türk bile olsa.. değişmeyen değişimler ortaya çıkıveriyor..
tarhana..
döner..holandaya edirne peyniri..italyaya mantı =P...
yav ben türk markasıyla pirinç unu bulunduğunu gördüm de.. hem londrada.. hem de.. manchesterda..marketlerde..
koptum..
muhallebi sütlaç yapacak milletim..
engel tanımaz..
sahi aşure yapıyor musun =P
eminim aşurelik bulgur da bulursun..
=D...
atalet....

Adsız dedi ki...

Adsiz basligi altinda yorum yazmak aslinda cok felsefik bir durummus yeni yasiyorum yeni ogreniyorum:P
neyse ben aslinda onsirada oturma kismina deginecektim.. Simdi bu benimde basima geldi.. Bir dans gosterisini en ucuz bilete en on siradan izlemistim.. Sonra bir muddet kafa yordum neden gerceklesir boyle bir sey diye elbet bir mantigi vardir.. Lakin kendi kendime vardigim sonuc sudur: Sahneyi tam anlamiyla gorebilmek ve kompozisoynu algilayabilmek icin arka siradan tam karsidan izlemek gerekirdi ..buyuzden arka siralar tercih ediliyordu.. bizede on siralar kaliyordu (tabi benim dansci kimligimi akabinde hareketleri ezberlemek icin pur dikkat dipten izleyecegim gercegini kacirmislardi.. Sanirim orkestradada ayni mantik arkadan muzigin ahengi butunlesip gelebilir (bu kismi direk uydurdum haa cok saglam) Buyuzden on siralari yaslilara sagirlar parasi olmayanlara veriyorlardi:P Tabi senin muzik manyagi oldugun gerceginide unutmuslar.. Neyse kissadan hisse neymis cift durum doner gurbette cok ozlenilen bir seymis.. olsada yesek..