4.08.2009

YALGIZAM PROJESİ


İnternet ilk duyulmaya başladığında kendisinden bir mucizeymiş gibi bahsedilmesi tuhafıma gitmişti. Alt tarafı bir kaç sohbet odası ve "ASL?" sorusuyla başlayan ya da biten tuhaf sohbet girişimleri demekti benim için. Bir heves "e-meyil" adresi almıştım ama henüz yaygınlaşmadığı için meyil atacak kimsem yoktu. İnternet kafeye gittiğimde gazetelerden ve dergilerden öğrendiğim bazı ingilizce sitelere girer "vay anam, of of " nidaları arasında sözüm ona dünyaya açılırdım. Arama motorları olmadan internetin bir anlam ifade etmediğini bilmiyordum o zamanlar.

>>
 
Kısa zaman içinde çok şey değişti. Bir sabah kalktığımızda internet hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olarak yerini almıştı. O sabah kahvaltıda sahanda yumurta yemiştim hiç unutmam. Doğruca bilgisayarımın başına oturup favori video paylaşım sitesi yutüpte "sörf " yapmaya başladım. Bir devrimdi bu. Birkaç televizyon patronunun ve devletin tekelinde olan "yayın yapma" insiyatifi el değiştirmeye başlıyordu. Bundan böyle yeteneği olan, söyleyecek sözü olan herhangi biri sanal ağda boy gösterebilirdi. Tamam, mütevazi ve kısıtlı bir yayın olacaktı bu. Ama bir şekilde halk kitlelerinin desteğini alırsa, dağ eteğinden yuvarlanan kartopu misali hatırı sayılır bir çığa dönüşebilirdi. Doğrusu bu ya, halk kitlelerinin beğenisini kazanmak için yetenekli olmaya bile gerek yoktu. Havada salto atan şirin bir kedi sahibi olmak, sakarlık katsayısı yüksek insanlarla aynı ortamda bulunmak ya da geğirirken şiir okuyabilen bir arkadaş edinmek, "mutlaka izle, yarılacaksın" gibi başlıklar atılan komik videolar üretmeye yeter de artardı bile. Komik kısmı göreceli tabi, o konuya girmiyoruz...
İnternet video paylaşım furyası göz kamaştırıcı bir hızla yaygınlaşırken ortalama yetenekli bir insan olarak kayıtsız kalmak istemedim. Ve 19 eylül 2006' da ilk videomu yükleyerek yutüp kanalımı hizmete açtım. Bir TRT gibi, bir CNN gibi "Sharquteri" de bir kanaldı. En azından adı kanaldı. Lakin sonradan çok pişman oldum ingilizce harflerle melezlenmiş bir isim seçtiğime. Şarküteri bloğumun adıydı, yabancılar tarafından doğru telaffuz edilebilsin diye onu "sharquteri" haline sokmuştum. İyi halt etmiştim. Öyle kalacaktı. Sıfırdan bir kanal açmak deveye bale pabucu giydirmekten zordu...

Zaman içinde sağda solda kaydedilmiş piyano parçalarından, arkadaş ortamlarındaki kayıtlardan falan bir amatör video arşivi oluşturdum. Arka sokakta dükkan açmak gibiydi benimkisi. Bekle allah bekle, müşteri yoktu! Ama umudumu kaybetmeden beklemeye devam etim. En azından dükkana kira vermiyordum.

Bundan altı ay kadar önce kanalımdaki bir videoya kısa bir yorum geldi. "Amelie" filminin piyano müziğini çaldığım bu video genelde rağbet gördüğü için pek şaşırmadım. Yorumu gönderen "dileklovesmusic" rumuzlu biriydi. Müzik seven kanal sahibinin videolarını görmek üzere ilgili bağlantıya tıkladım. Dilek, Almanya' da yaşayan bir türk kızıymış. Evde, bahçede, hatta ütü yaparken içinden geldiği gibi söylediği şarkıları paylaşmış... Söyleyişindeki duruluk ve entonasyon dikkatimi çekti. Dışarıdan ses almamasına rağmen baştan sona detone olmadan ustalıkla söylüyordu. Hoşuma gitti... İki yıldır gurbet ellerde yaşadığım için etrafımda Türkçe söyleyen birilerini bulamak güçtü. Efkar bastığında diğer Türk arkadaşlarımla beraber kadehlerdeki dudak izlerine falan bulaşmıyor değildik ama şöyle "ben susayım sen söyle" diyebileceğim yetkinlikte bir ses yoktu etrafımda. İyi kötü klavyecilik yanımız da olduğu için gayri ihtiyari eşlik etmek istedim Dilek' in şarkılarına. İki gurbetçiden inleyen nağmeler... Ruhumu sardı misali...

Birkaç gün sonra beynimin farklı yerlerindeki neronlar çapraz atlama yaparak bağ kurdu. "Bir solistle çalma" fikrini "internet yoluyla kayıt birleştirme" fikrine yapıştırıverdim. Bir anda aniden oldu bu. Gelinin amcasından sarı bir ellilik gibi yapıştı alnıma. Meblağı merak ettiğin halde oyunu da kesemezsin ya, işte bir müddet oynadım fikrim beynimde. Sonra kara kara düşünmeye başladım. Hiç tanımadığın bir insanla internet üzerinden şarkı yapmak!! Bu, bale pabucu giymiş bir devenin pabuçlarını çıkartmak kadar zordu... Bir de madem bale yapmayacak, hayvanı niye uğraştıyorsun?

Bu tür bir çalışmayı ilk kez Fozoh isimli bir piyanistin sayfasında görmüştüm. "Collaboration music" adını verdiği videoda iki müzisyen, iki farklı şehirden "bindirme" yöntemiyle ortak müzik yapıyordu. Bana kalırsa internetin amacı buydu zaten. Mesafeler nedeniyle uzanamadığımız dallara uzanmaya başlayabilirsek çığır açacaktı. Yoksa internet akıntısı üzerinde manasızca sörf yapmak, ancak ayağımızı üşütüp cırcır olmamıza yol açardı. Malum okyanus soğuk...

Neyse, ortak müzik yapma teklifimi bir e-posta atarak ilettim dileklovesmusic' e. Çok geçmeden cevap geldi. "Kusura bakma ama bu söylediğin şey çok saçma" demiyordu! Bilakis "çok etkileyici bir fikir, hangi şarkıdan başlayalım?" diye soruyordu. İşte, dedim. Galiba aradığım solisti buldum. Çeşitli alternatifler arasından azeri türküsü "Ayrılık" üzerinde karar verdik... Fikrimden geceler, yatabilmirem. Bu derdi başımdan atabilmirem, diyen meşhur türküyü bilmeyen yoktur... İnternetteki versiyonlardan birini beğenip "benim sesim bu yoruma cuk oturuyor" dedi. Yani transpozeyi o sese göre yapmam gerektiğini bildiriyordu. Net hatılamıyorum ama galiba do diyez minördü ton... Hemen piyanonun başına oturup ilgili tondan hazırladım parçayı. Düzenleme işi dert değildi çünkü Ayrılık belli bir şekilde çalınır, söylenirdi...

İngilizcesi collaboration (işbirliği) olan yönteme ben "imece" karşılığını layık görmüştüm. İlkokul ünite dergilerini anımsatıyordu bana. Orada, imece usulü ev yapan, misafir ağırlayan mutlu köylüler vardı gitmesek te görmesek te...

İmece müzik başlı başına güzel bir buluştu ama bunu "imece müzik videosu" haline getirirseniz görsellik kazanıp daha da bir ilginç oluyordu. İşte Dilek ile bu tür bir video denemeye karar verdik. En son hobim olan video montajcılığına da göz kırpıyor olacaktım. İmece videonun olmazsa olmazı video kameraydı takdir edeceğiniz gibi. Yapılan icra sırasında sesle beraber görüntüyü de kaydetmeliydik...

Çekimleri önce ben tamamladım ve dosya transferi yapan siteler yardımıyla Dilek' e gönderdim. Dilek benim çaldığım alt yapıyı dinleyerek baştan sona bir seferde kaydetti. Normalde stüdyolarda yapılan işten farklı değildi yaptığımız. Bildiğiniz gibi albüm kayıtları çok nadir olarak canlı çalınır. Onun dışında her bir ensturman ayrı zamanlarda kaydedilerek tek tek ana hat üzerine bindirilir...

Hatasıyla sevabıyla üç haftada tamamladığımız videoyu buradan görebilirsiniz. Yok efendim yutüp yasağı hala kalkmadı, diyorsanız aşağıdaki URL' yi tünelli münelli bir yerlere kopyalayabilirsiniz.


İsmi "ayrılık" olan parçamızla iki "ayrı" kenti buluşturmuştuk aslında. Miami' de çalınan piyanoya Berlin' den bir ses gelmişti. Berlin' den yankılanan ses yarın belki Paris' te, Ankara' da, Bakü' de başka başka gönüllere değecekti. Müziğin en güzel icra şekli tartışılmaz ki, hep beraber canlı canlı yapılanıdır. Ama birbirlerini hiç görmeden ölecek milyonlarca müzisyen olduğunu düşünürsek, onları hiç yoktan internet yoluyla buluşturmak pek kahramanca bir çaba gibi görünüyor. Sanırım bu kahramanlığın en güzel örneğini de Mark Johnson önderliğindeki "Playing for the Change" hareketi yapıyor şu aralar. Onlarla ilk tanışmam "Stand by Me" şarkısının dünyayı dolaşarak tamamlanan kaydı sayesinde oldu. İlk dinlediğimde milli maç spikerleri gibi "ağlamak istiyorum sayın seyirciler" diye bağırasım geldi. Bizim yapmaya çalıştığımız şeyi çok daha profesyonelce ve büyük bir ekiple yapan bu grup, bizzat müzisyenlerin ayağına gidip onları doğal ortamlarında kaydediyordu. Mesala sadece Stand by Me şarkısı için ABD eyaletlerinden California, New Orleans, New Mexico; ülkelerden Brezilya, Venezuella, Kongo, Güney Afrika, İspanya, İtalya, Hollanda, Fransa ve İspanya' ya tek tek uçularak gerekli kayıtlar gerçekleştirilmiş... Tam bir yeni çağ romantizmi... Bu yollar sadece bir şarkı için tepilen yollar. Daha bunun gibi dokuz on şarkı var internet sayfalarında. Amaçları, müziğin birleştirici etkisiyle hoşgörüyü pekiştirerek bir anlamda dünyayı dönüştürmek' miş... Öyle diyorlar.

Yeri gelmişken belirtmekte fayda var. İmece-Müzik düşüncesiyle yola çıkarken "Playing for the Change" hareketinden haberdar değildik. Yani ilhamı onlardan almış değiliz. Onlar ortaya çıkmadan önce de küçük gruplar tarafından bilinen ve uygulanan bir şeydi müzik ortaklığı. Ama şüphesiz ki bu fikri dünyaya yayan "Playing for the Change" hareketi oldu.

Ayrılık projemizi tamamladıktan sonra "sıradaki parça" için kolları sıvadık. Sıradaki parçayı kime armağan etmeliydik? Slov mu, yoksa tempolu bir çalışma mı olacaktı? Dilek ve YEC' ten tüm sevenlere mi gelecekti? Yoksa neydi? Ne değildi?

Aslında belliydi parça. Bunu daha Ayrılık' ı yaparken düşünmüştük. Bir azeri parçanın ardından ancak bir azeri parça yapılırdı. "Aygız" mı, yoksa "Yalgızam" mı olsun, konusunda kararsız kaldık sadece. Sonradan oyumuzu Yalgızam' dan yana kullandık. Bu sefer çıtayı biraz yükseltelim istiyordum. Mesala üçüncü bir ortak bulup düzenleme konusunda daha yaratıcı şeyler yapabilirdik. Önümüzde koca bir dünya vardı. İstemediğimiz kadar enstruman... Arpa ambarındaki tavuk misali gagalayacaktık önümüze gelen çuvalı. Yutüp' teki müzisyen kanallarında gezinmeye başladım. Bir ensturman ismi arattırıyor ve önüme çıkan ilk kanala dalıyordum. Böyle böyle "çello" ya kadar geldim. Dilek' in de fikrini alarak Yalgızam' a bir çello eklemeye karar vermiştim. Çello ekleyecektik de kime çaldıracaktık?

Hemen bir "Dear Cellist- Sevgili Çellocu" mektubu hazırlayarak önüme gelen 12 kişiye postaladım. İmece müzik yaptığımızı, bizle beraber çalacak bir çellocuya ihtiyacımız olduğunu anlattım. On iki kişiden dördü olumlu cevap vermişti. Şaşılacak şey! Böyle yüksek bir oran beklemiyordum açıkçası. Fransa' dan, Kanada' dan, İngiltere' den ve ABD' den gelmişti katılım istekleri. Vay anam vay, daha dün bir kişiye razıyken şimdi dört kişiden birini seçecek bir karar mercii olmuştum. İçlerinde en yetenekli, en iyi eğitimi almış kişiyi seçtim ben de... Üstelik Tara, diğerlerine göre daha bir candan yazmıştı katılım isteğini. Kendisinin web sayfası burada. Şimdi kariyerini teker teker saymaya kalksam paragraflar yetmeyecek. Siz bir boş vaktinizde bakarsınız.

İlk iş olarak piyano düzenlemesi yapmaya koyuldum. Bunun eğitimini almış değilim. Ama içten gelen dürtülerle, deneme-yanılma yöntemiyle birşeyler yaptım. Üzerine çello için de notalar yazarak Tara' ya gönderdim. Konservatuar okumuş, senfoni orkestralarında çalan bir müzisyen varken bana düşmezdi elbet çello düzenlemesi ama Tara bu tür müziği bilmediğinden hiç olmazsa temel kısımları yazmamı istedi. Ben de Reşid Behbodov' un Senfonik Yalgızam yorumunu baz alarak bazı önerilerde bulundum. Benim yazdığım herşeyi çok beğendi, üzerine de kendi çeşitlemelerini ekledi. Böylece düzenleme kısmını halletmiş olduk. Dilek' in söyleyeceği kısımda bir problem yoktu. Vokali aynen koruyacaktık.

Böyle üç dört cümlede geçtiğim kısım üç ay sürdü ama. Yaptığımız işin aşırı zor olmasından değil, projeye ayırdığımız zamanın kısıtı olmasından kaynaklanıyordu. Tara klasik müzik dışında bazı alternatif türlerle de ilgileniyordu. Üyesi olduğu new age / rock gruplarıyla çıktığı turnelerden arta kalan zamanında bizim projeye bakabiliyordu. Eh bunlara aile ziyaretleri ve başka geziler de eklenince işin bu kadar uzaması gayet normaldi.

Kayıt aşaması geldiğinde yine ilk önce ben başladım. Viyolonsel ve vokal kısımlarını hayal ederek baştan sona kaydettim. Bir yenilik olarak farklı kamera açıları kullanmaya başlamıştık. Yani performansı aynı anda iki kamerayla, farklı açılardan çekecektik. Öneriyi yapan bendim ama iki farklı kameram yoktu. Hatta kameram yoktu. Tüm çekimleri -daha önce Kenan Sadi adını verdiğim- Canon marka bir fotoğraf makinası ile yapıyordum. Tek çözüm parçayı birkaç defa çalarak her tekrarda farklı açıdan çekim yapmaktı. Üç açı kullandım, biri de tepe açısıydı. Tripodu tavana çaktığım bir kancaya asıp -kayıt ortasında kurtulup kafama inmesi ihtimalini de göz önüne alarak- aşağı doğru sarkıtmıştım.

Bu etap sonunda hiçbir şey ifade etmeyen bir piyano partisi vardı elimde. Gireceği yeri işaretleyerek kaydı Dilek' e gönderdim. Dilek yoğun çalışan biri olduğu için sadece pazar günleri kayıt yapabiliyordu. Yani bir hata yaptığımızda bir dahaki pazarı beklemek zorundaydık. Ve yaptık ta... E-posta trafiği ile (bugüne kadar hiç telefonda konuşmadık) yürütülen yazışmalardaki yetersizlik kendini gösterdi ve Dilek benim piyano partisine uymayan bir kayıt gönderdi. Tekrar çekmek zorundaydık. Kayıtları bir arkadaşının yardımıyla yaptığı için ve benim gibi tekrarlı çekim uyguladığı için işi iki kat zordu. Büyük bir sabırla herşeyi tekrar kaydetti iki hafta sonra. Bu sefer güzel bir uyum yakalamıştık. Piyano ve vokal sesini birleştirerek Tara' ya gönderdim. Onun kaydı yapması da hemen hemen bir ayı buldu.

Nihayet bütün kayıtlar tamamlanıp bende toplandığında annemle babam Miami' ye beni ziyarete geldiler :) Şimdi onları bırakıp nasıl otururdum montaj başına? Ben de projeyi askıya alıp üç haftamı bizimkilerle gezip tozmaya ayırdım. Onları uğurlar uğurlamaz büyük bir heyacanla oturdum kurgu başına. Piyano, çello ve vokal ilk kez üst üste duyulduğunda heyacandan ölecektim. Beş aylık bir rüyanın sonucuydu bu, görüntüler ve sesler mükemmel bir uyumla birleşmişti. Parçalarını bizzat ürettiğimiz büyük Puzzle' ımızı tamamlamıştık. Uhuyla yapıştırıp duvara asma zamanıydı artık.

Fakat önce yapılması gereken bir iş daha vardı. Azerice olan bu parçaya ingilizce alt yazı eklemeliydik... Azerice sözcüklerin her zaman Türkçe' deki anlamlara gelmediğini biliyordum. O yüzden bu işi iyi İngilizce bilen bir Azeri yapmalıydı. Yine Yutüp' e yönelerek azeri şarkılar yükleyen insanları takibe aldım. Bunlardan biri de Avustralya' da yaşayan bir Azeri olan Simuzar' dı. Aslında rumuz adıydı bu. Gerçek adının saklı kalması şartıyla çeviriyi yapmayı kabul etti. Üç dört gün içinde mükemmel bir çeviri ile geldi. Sonraları yaptığı çeviriyi yetersiz bulduğunu söyleyecekti... O da benim gibi zor beğenen bir insan olmalıydı. Çeviriyi videonun altında bıraktığım boşluğa oturttum. Sırf o boşluğu elde etmek için tüm videoların çerçevelerini değiştirmiştim.

Montajı tamamladıktan sonra ilk numuneyi ortaklara gönderdim. Doğrusu oldukça uzun zaman beni beklemişlerdi. Sevinçle ve çoşkuyla karşıladılar. Yalnız ikisinin de vokal konusunda bir tatminsizliği oldu. Tara "Dilek hafif önde gidiyor" dedi. Dilek' te "Ben bunu tekrar kaydedeyim, pek güzel olmamış" diye keyifsiz bir mesaj attı. Hemen oracıkta yıkılabilirdim. O kadar uğraşıp didindikten sonra takdir alamamış lise çocuğu gibi kala kaldım. Müzik dersi "4" gelmişti...

Parçanın tekrar ayrı ayrı kaydedilmesi üç ay öncesine -bir nevi cilalı taş devrine- dönmekti benim için. Kabul edilemezdi. Kendimi toplayarak Tara' ya gönderdiğim ilk kaydı (piyano-vokal) incelemeye başladım. Yenisiyle yan yana koyduğumda sonradan yaptığımın 0,25 saniye ileride olduğu görülüyordu. Kızlar haklıydı. Videolarla cebelleşirken esas ses dosyalarına gereken önemi vermemiştim demek ki! Dört saat süren yoğun bir operasyonla Dilek' in sesini ve gözüktüğü tüm kareleri 0.25 saniye geri aldım. "Pilavı pişirdikten sonra pirinci ayıklamaya girişmek" tam olarak örnekliyordu durumu! Allahtan daha sofraya servis etmemiştik.

Yeni video bu sefer tam oy alarak kuruldan geçti. Sağını solunu bir kez daha gözden geçirip sırtına mendil yerleştirdikten sonra saldım çocuğu. O kendi başına Facebook' a gitmiş (Kendi başına gider mi amcası, tabi ben yolladım)

Üç gün sonra Dilek' ten mesaj geldi: "İşlerin bu kadar büyüyeceğini düşünmemiştim. Hürriyet Avrupa' dan aradılar. Yarın benle projemiz hakkında röportaj yapmaya gelecekler" diyordu. Vay anasını sayın seyirciler. Vay anasını... Demek ki video profilden profile gezip gazeteye kadar ulaşmıştı. Hürriyet Avrupa' nın Berlin şubesi de, Dilek ile aynı şehirde olmanın avantajını kullanıp röportaj istemişti. Şöyle bir haberimiz çıktı. O bağlantı çalışmazsa şuna da bakabilirsiniz. Bazı bilgi hatalaları var tabi. Mesala Tara' nın Kanada' da oturduğu yazılmış. Kendisi Cleveland şehrinde, Ohio-ABD' de yaşıyor. Bir de projemiz yutüpte değil, feysbuk' ta tanındı...

Feysbuk' taki arkadaşlar sağolsun, paylaşım konusunda müthiş çalıştılar. Videonun bu kadar yayılmasında emeği olan herkese bir kez daha teşekkür ediyorum. Takip eden günlerde tanımadığım insanlardan tebrik mesajları gelmeye başladı. Bilhassa azeri kökenli insanlar çok sıcak mesajlar attılar. Azerice' nin tatlılığını bir kez daha keşfettim.

Nihayet bir İmece-Müzik klibinin daha sonuna gelmiştik sayın seyirciler. İnşallah yeni örneklerle yine huzurlarınızda olmak üzere şimdilik esenkalın' dı.

Yalgizam' ı aşağıda listelediğim bağlantılardan izleyebilirsiniz.


16 yorum:

Portia dedi ki...

Bir kere daha elinize, dilinize, gönlünüze sağlık efendim. Oluş macerasını okumak da videoyu izleyip dinlemek kadar keyifli oldu.

Adsız dedi ki...

süper anlatımdı..
=9

keyifle ve heyecanını sabırsızlığını içimde hissederk okudum..
sağol yec..

hmmm bi düşündüm de benim soru sormayı sevmeyen oğlumun takıldığı bir filmi dönüştürmek ve aktarmak sorunu var..
çaktırmadan sana yönlendirsem..??

atalet

ssahinol dedi ki...

Bu kısa hikayeyle yazarlık denemelerine de devam etmen gerektiğini gördüm yosuncum. Hani yurtta bi denemen olmuştu ya onun gibi.

Yosun E.Cengiz dedi ki...

PORTİA:
Teşekkür ederim, aslında video ile aynı anda gelmesini planlıyordum ama geciktim biraz.

ATALET:
Saoalsın atalet. Ne demek, yardım edebileceğim birşeyse seve seve...

SİNAN:
Hehehe, yurttaki denemeyi hiç hatırlatma bana, onun sonu pek hayırlı bitmedi. Saolasın dostum, buralara kadar gelip yorum yapmışsın...

Bu arada bu film yazısı vesilesiyle gerçek adımı/adlarımı ilk kez doğrudan paylaşmış oldum. Hayırlı olsun :))

ASLI dedi ki...

Vay canına YEC resmen Ay'a çıkmışsın. Dur ben mehtabı bir kere daha seyredeyim.. Tebrik ediyorum çok aşırı feci...

hayatgibi dedi ki...

öncelikle fikir mükemmel..
icra mükemmel..

ayrılık şarkısını ben ilköğretimde korodayken,
solo olarak öne çıkıp söylemiştim.
arkamda,
az bulunan solcu ilk okul öğretmeninim müthiş saz çalmasıyla..

çok küçüksün demişlerdi.
çok küçüksün ve bu şarkıyı nasıl bu kadar güzel ve içten söyledin.
tüm salon önce susmuş sonra ayakta alkışlamıştı.
o yüzden " ayrılık " özeldir benim için.

yalgızam için zaten bir şey söyleyemiyorum.
tebriklerimi iletip alkışlarla çekiliyorum.

imbir dedi ki...

fikir,parça seçimi,sesin güzelliği ve şarkıya uyumu kısacası her şeyiyle mükemmel bi çalışma olmuş :) tüm emeklerinize değmiş.
e daha çok insan bu çalışmayı görsün onlarda dinleyip keyif alsınlar diye forvırdlasam maille arkadaşlarıma? olur mu?

Şarküteri dedi ki...

ASLI:
Saol aslı, girişteki ay olayı bi değişik oldu aslında. Hafif bir bilimkurgu havası verdi şarkıya :))

HAYATGİBİ:
Saz çalan solcu öğretmen :) Çok kalmadı onlardan. Valla bravo, keşke bir kaydı olsaydı o konserin.. Biz ilkokulda abuk subuk şarkılar söylüyorduk, herhalde küçük olduğumuzdan anlamlı şarkılara cesaret edemiyorlardı...

Tebriklerin için teşekkür ediyorum.

İMBİRCİM:
Teşekkürler. Emeklerimizin boşa gitmediğini görmek güzel. Daha benim birçok arkadaşım görmedi ama zırt pırt postalayıp ısrarcı bir kişilik sergilemek istemiyorum :) Ama sen kendi arkadaşlarınla paylaşırsan elbette ki mutlu oluruz. Sevgiler.

Adsız dedi ki...

ben azeri olarak gerçekten çok sevdim yaptığınız müzik çalma türünü!ellerinize kollarınıza ve sesinize sağlık =) Çok merak ettim nie iki şarkıyıda azerice seçtiniz?? bu arada Dilek arkadaşımızın sesi gerçekten mükemmel...ve azeri lehçesiylede çok güzel söylüyor!Azerbaycanda genelde piano ustası çoktur...ve piano çalmayı öğrenen gençlerde çoktur..ben de onlardan biriydim bi zamanlar...gerçekten muhteşem bir birleşim olmuş.tebrik ederim ve devamını bekliyoruz sa bırsızlıkla...bol şans ;)
Saygılarımla Gulshan Bayramova

Şarküteri dedi ki...

GULSHAN:
Daha bir üçüncü azeri şarkı bile yapacaktık aslında ama araya benim askerlik girdi. Azeri şarkılar çok vurucu bence, yani havasından mıdır suyundan mı ama insanın içine işlemek konusunda üstlerine yok. Güzel yorumların için çok teşekkür ediyorum.

Saygılarımla

AYGÜL dedi ki...

Çox təsirləndim dinləyərkən.. Bir-birinizi görmədən bunu necə bacardınız... Ürəkdən təbrik edirəm..
Cellist məni dəli etdi, dəhşətdir çalmağı..
Azəri mahnılarına olan bu sevginiz də qürurlandırdı məni =)
O qədər 3nüzə də uyan mahnıdır ki Yalqızam...
Sonda isə müəllif hüquqlarına olan hörmətinizə görə sonsuz təşəkkürümü bildirirəm sizə)
Artıq bilmirəm nə deyim, yaratdığınızın təsirindən qurtula bilməyəcəyəm uzun müddət)
Dileyin səsi də çox gözəldir.. Professional olmasa da, musiqiylə mən də hobbi olaraq məşğul oluram.. Belə işləri gördükcə daha da həvəslənirəm) Pianistimlə eyni şəhərdəyik, lakin 3-4 ayda bir dəfə record edə bilmirik))) çox qısqandım sizi))) işlərinizin davamını diləyirəm) özüm üçün, zövq almaq üçün =)))

Unknown dedi ki...

Bir zaman bağlama lazım olursa haber verin yeter.

Şarküteri dedi ki...

AYGÜL:
Güzel sözlerin için teşekkürler. Yazdığın herşeyi aynen anladım. Ne de olsa aynı temelden geliyor dillerimiz. Tek millet iki devlet, derler. Bence çok doğru.

PİKAPİKA:
Teşekkürler. Hele ben şu askerliği halledeyim de yeni projeler yapacağız kısmetse. Saygılar.

Unknown dedi ki...

cox tesekkurler.. dinlerken gururlandim sahsen.. ellerinize, gonlunuze saglik..

bundan sonra daha buyuk projelerde Azerbaycandan da umarim solistler, muzisyenler katilir araniza..

Azerbaycandan sevgilerle..
Nariman..

Vüsal Qəmbərov dedi ki...

Kolay kolay duygulanan biri değilimdir ama yazdığınızı okurken ve kayıtlarınızı dinlerken duygulanmayamadım. Böyle bir ifade yoksa da bu duygusallıkta mahzur görülür.

"İşvə", "naz", "ayrılıq", "qəlb" kimi sözlər bizimdir - TÜRKÜN - və bizdən başqalarının, xüsusən də amerikalı və avropalıların çətin anlayacağı sözlərdir, dərin ruhu vardır. Bu mahnılar da məhz o sözlərin ruhları üzərində bəstələnib, eləcə də yorumlanmalıdır. Tara H. Klein bu ruhu nəql edə bildiyi üçün ən yüksək təşəkkürə layiqdir.

Ama bütün karyeri, başarısı ve profesyonelliğine rağmen çalışmanın baş kahramanları Türkiyeli kardeşlerimizdir. Dilek hanımın sesi insanı İStanbul`dan alıp Bakü`ye götürecek kadar güzel. Eminim sizin bu mesafelere rağmen böyle mükemmel iş çıkarmanızda etkisi büyüktür. Onu dinledikten sonra Miami ve Cleveland`teyken kendinizi Berlin`de, belki de Bakü`de - Tofig Guliyev`in evinde hiss etmişinizdir...

Böyle mükemmel çalışmaları duymak mükemmel bir his...

Şarküteri dedi ki...

NERİMAN:
Ah keşke! Azerbaycan kaliteli müzisyenlerle dolu. Onlarla çalışmak bir şeref olurdu.

VÜSAL:
Çok teşekkürler. Amatör bir ruhla elimizden geldiğince yorumlamaya çalıştık. Tara gerçekten de çok dokunaklı bir ruh kattı bu parçaya. Hayatında hiç dinlemediği bir kültürün müziğini bu kadar içten yorumlamak ta profesyonel bir müzisyene yakışır zaten!

Yorumunuzla bize destek oldunuz. Tekrar teşekkürler...