22.04.2010

Nizami 25, Dadaşlar Diyarı

 
Sevgili blog yazarları, blog okurları, sayın valim, kuvvet komutanları ve değerli basın mensupları... Bugün sizlere Dadadaşlar Diyarı Erzurum' dan sesleniyorum (Bu esnada bir mikrofon cayırtısı kopması adettendir) Cııyyyyyyyt! Pıt, pıt, pıt!

Tabi gerçekte Gölcük' teyiz ama sanal plaka sayımı çerçevesinde ilgili şehre gidip oranın tarihi-kültürel dokusuna, efendime söyleyeyim, ekonomik ve ticari hayatına bir takım göndermeler yapıyoruz. Maksat askerlik gelenekleri yaşasın.

25-Erzurum. Yarın 24-Erzincan. Edirne' ye gelince (memleketim olması nedeniyle) Arkadaşlarıma pasta ısmarlamam bekleniyor. Aksi takdirde sırtıma binip bir takım tasvip etmediğim askerlik geleneklerini yaşatacaklarmış. Gelenek te böyle birşey işte. Bir kısmını tasvip ederken bir kısmını tasvip edemiyorsun.

2.04.2010

Kırkbeş. Başka Yok, Zoruna Gitmesin


Önceki yazıyı harala gürele yazmıştım üç çarşı önce. Hiçbiriniz de uyarmıyorsunuz "yazım hataları, anlam hataları" var diye... Genelde yazdıktan sonra son bir kontrol yapıyorum, hani öğrencinin sınav kağıdını teslim etmeden önce kağıtla helalleşmesi gibi... Hoş öğrencilik dönemimde pek başıma gelmezdi bu, genellikle elimden söke söke alırdı asistanlar. Hah işte, bu asistanlar şu anki hayatımda "nöbetçi astsubay" kılığında çıktılar karşıma. Hayatı zorlaştıran bu adamların toplam miktarı azalmıyor dostlar, maddenin korunumu yasasına tabi olduklarından hayatımızın farklı dönemlerinde farklı kimliklerle geliyorlar sahneye. Neymiş "geç izni olmadan geç giriş" yaparsak ceza alırmışız. Lisede de "geç kağıdı" vardı, hatırlarsanız... Zamanın su gibi aktığı bir çarşı izni düşünün, kum saatinin o daracık boynunu tuvalet fırçasıyla genişletmişler gibi adeta. Öyle bir hızla akıyor. Kum saati değil, kum borusu olmuş! Şimdilerde güneş te geç battığından öğlenin ortasında nizamiye kapısından geri girmek, a dostlar ne yamandır... Bloğunuza yazdığınız yazıyı kontrol edememiş olmak, bir bardak daha fazla çay içememiş olmak faalan lafü güzaf...