14.07.2009

Yine Mi Taşınma? # 2


Merhabalar. Annemle babamın Miami ziyareti vesilesi ile sadece bloğu değil işi gücü de serdim bir yirmi gün. Başkan Obama' nın Türkiye ziyareti sonrası bir "misafirlik" borcumuz oluşmuştu hatırlayacağınız gibi. Bunun altında kalmak istemedik. Bir gece ayağımda "gezer" marka anne terlikleriyle Beyaz Saray' ın kapısına dayandım. Mişel Teyze güleryüzle karşıladı beni. "Bir maniniz yoksa annemler bir ay oturmaya gelecek" dedim. İçinden çektiği "ohaaa" yı belli etmemek için kibarca gülümsedi. "Yavrucuğum Beyaz Saray' da temizlik var, sizi Miami' deki yazlığımızda ağırlasak?" diye kıvırdı. "Ohoo" dedim. "Ona bakarsan benim de ev var Miami' de, hatta Sibel Can ile kapı komşuyuz" Tekrar kibarca gülümsedi Mişel Obama. Zaten en iyi yaptığı iş kibarca gülümsemekti. Ben oradan ayrıldığımda dahi kibarca gülümsemeye devam ediyordu. Sanırım kibarca gülümsemesi takılmıştı. "Neyse korumalar bi ara reset atarlar" diyerek Beyaz Saray' ı terk ettim. Barrak' ın kapıya çıkmaması da ayrıca bir soru işareti olarak kalacaktı kafamda. Acaba onu gördüğümde iki yanağından öpüp türk selamı yapacağımdan mı çekindi?
 
>> 

Ailemin resmi karşılama törenine kesin suretle "hayır" demesi, işte bu yarım ağızlı davet skandalından ötürüdür. "Tarifeli uçağımızla paşalar gibi geliriz, hem türk hava yolları' nın battaniyeleri daha kalın oluyo" diyen anneciğim ve babacığım uçak biletlerini önlerden, tekerlek üstü olmayan bir yerlerden ayırtmaya giriştiler. Beş gün sonra Miami' deydiler...

Ailemle bir yirmi gün çok güzel tatil yaptık sayın okur. İnsan hayatında kurtarılmış günler olur. İşte onlardan birisiydi bu dönem. 14 ay ayrılıktan sonra kavuşmak, yıllardan beri banka soymamış eski çete mensuplarının buluşması gibi oldu. Kolaylıkla soyulabilecek beş on banka şubesi belirledik önce. Sonra da "amaan boşver" dedik. Şurada kaç gün beraberiz, koşuşturmakla harcamayalım...

Bu yazı tatilimizi anlatmak için değil ama... Daha önceden söz verdiğim " yine mi taşınma?" yazımı bitirmek istiyorum. Taşınma işlemi, anne-baba ziyaretinden bir hafta önce tamamlanan bir süreç idi. Dilerseniz daha önce yayınladığım giriş paragrafını tekrar hatırlayarak başlayalım.

***

Efendim, hayat pahalı biliyorsunuz. Hele ABD' de ev kiraları çok yüksek. Evli insanlar doğal olarak eşleri ile paylaşıyor maddi yükü. Bizim gibi bekarlar ise "ev arkadaşlığı" adı altında, falanca belediyenin ilgili nikah memuruna verdiği yetkiye dayanmaksızın giriyor aynı çatı altına (Aynı çatı altında aşkımız bir yalanmış, Hicaz- Nim Sofyan)

Dönüp baktım maziye paylaşacak ne kalmış, diye devam eder şarkı... Oysa paylaşacak şeylerin listesi bellidir. Kira, elektrik, internet, yakacak. Bu sonuncusu yok burada. Hali hazırda cayır cayır yanarken bir de yakacak parası vermeyelim di mi? Ama ısınmaya harcayacağımız parayı soğutmaya, dolayısıyla elektriğe verelim. İşte, girişte bahsettiğimiz yüksek ev kiraları da faturalara eklenince Miami' de yaşamanın bedeli ağırlaşıyor.

Ev arkadaşım Ceyk (Jake) ile uzun zamandır konuştuğumuz bir konuydu. Rusların sıcak denizlere inme arzuları gibi biz de hayli uzun zamandır planlıyorduk daha ucuz bir eve taşınmayı. On ay önce Miami' ye ilk geldiğimizde otel odalarında kalmaktan bunalıp önünümüze çıkan ilk ev ilanına atlamıştık. Oldukça merkezi sayılabilecek bir semtte güzel, güzel olduğu kadar da küstah olan şu andaki bir gözcük evimiz, aylık dokuz yüz dolar kirasıyla çok kırıcıydı. Aynı paraya iki kat geniş bir evde yayılmak varken South Beach' in gürültülü gece hayatını çekmek akıl karı mıydı acaba? Cümlenin gelişinden de anlayacağınız üzere öyle çok "gecelerin adamı" bir kimse değilim. Eşofmanı çekip bilgisayarın başına oturmaktan hoşlanan, download hızı yüksek olduktan sonra çişinin geldiğini bile anlamayan mazbut bir insanım... Ev arkadaşım 21 yaşına yeni bastı, daha genç ve hareketli bana göre. Dolayısıyla çevreye karşı daha duyarlı olduğu düşünülebilir... Ama değil yahu! Başka bir ülkede bekleyen kız arkadaşına verdiği bağlılık sözünü bahane edip eve hapsediyor kendini. Benden de kötü! Sanki çıkınca hemen kapacaklar adamı. Tamam beni kaparlar o ayrı. Kendimce bir ağırlığım, karizmam var ama a benim çömez Ceyk' im, seni kim kapacak lan?.. Laf aramızda yakışıklı, boylu postlu kerata...

Uzun lafın kısası South Beach' te yaşamak zorunda olmadığımızın farkındaydık ama bilgisayarların başından kalkamadığımız için yeni bir ev bakmaya gidemiyorduk. Neden sonra izin günlerimizin çakıştığı bir haftasonu daha sakin bir semt olan North Beach' e gidip Ceyk' in iş arkadaşı Edım' ın önerdiği evlere bakmaya karar verdik. O gün bağlantı da yavaştı. Ceyk' in anlattığına göre Edım, çok zor beğenen, bir mal almadan önce kırk yere soran pimpirikli bir herifti. "Onun beğendiği yer kesin ucuz ve güzeldir" kabulu ile hareket ediyorduk yani. Elalemin penisi ile gerdeğe girmenin güzel bir örneği... Lakin girdik. Penis bir sorun çıkarmadı. Bulduğumuz daire şu andaki evimizle aynı fiyatta olmakla birlikte iki oda bir salon genişliğindeydi. Amerika standartlarına göre hipodrom kurulacak kadar geniş bir ev! Okyanusa beş, duraklara dört blok uzaklıkta bulunan bu daireyi kaçırmak istemedik. Hemen oracıkta kapora verip tuttuk. Komşularımızın çoğu baksırla dolaşan mülayim insanlardı. Pantolanları vardı elbette ama gereğinden fazla düştüğü için mecburen görüyorduk donlarını. Atalarımız ev alma komşu al, demişler. Donu düşük zenciler konusunda ek bir bilgi vermemişler. Demek ki problem yok, diye düşünüp imzayı bastık.

Hayırlısı ile yeni bir ev sahibi olmasak ta hayırlısı ile yeni bir evin kiracısıydık artık. Zaten şu yaşıma kadar verdiğim kira paralarıyla son model bir otobüs alabilirdim herhalde. Onun da koltuklarını söküp güzelce zevkime göre döşetirdim. Ortasına jakuzi bile koydurturdum. Göçebe bir insan olduğumuz için normal bir ev alma düşü kuramıyoruz henüz. Belki ileride.

Taşınmak zor iş. Sıkça yapıyor olsak ta düşündürüyor... Hele Amerika gibi bir yerde, sebze halinden domates kamyonunu çevirip şoförüyle beraber zapt etmek mümkün değil ki! Mecburen taşınma işleri için araç kiralayan yerlere gidip parası neyse bayılmak gerek. Daha önce kamyon kullanmadıysanız da bir an önce başlamanız yerinde olur, zira sürücü için istenen parayla iki kamyon daha kiralanabilir. Yani mütevazi bir kamyon filosu kurmak istemiyorsanız ve de eşyanız kocaya yeni kaçmış taze gelinden fazla değilse, kamyon yerine ufak traklardan (truck) kiralamak mantıklı seçenektir. Biz de öyle yaptık. Bazı amerikalıların binek aracı olarak ta kullandıkları küçük (!) canavarlardan bir tane ısmarladık. Ismarladık derken "haftasonu için ayırttık" anlamında söylüyorum.

Bu arada hoş bir haber geldi. Bir kursa katılmak üzere bir aydır Niv Orliıns' ta bulunan arkadaşım Erdal kursa katılmış. Hatta bitirmiş ve gezmek için yanıma gelmek istiyormuş! Bi sevindim bi sevindim. Dedim, buyur. "Başımızın üzerinde ve trak' ımızın kasasında yerin var" Dedi, nasıl? Dedim, tam senin geleceğin günlerde taşınıyor olacağız! Dedi, hay bendeki şansı... Erdal Üniversite' den tanıdığım çok iyi bir dostum. Arasıra gelip bloğumu bile okuyormuş. Bloğumu okuyan pek olmaz da arkadaş çevresinden. İyiki siz varsınız lan.

Olaylar böylece gelişti. Taşınma günü geldiğinde sabah ezanıyla kalkıp karavanadan verilen sıcak peksimetlerimizi tarhana çorbasına katık ettik. Bugün büyük gündü. Uzun zamandır sesi soluğu çıkmayan kahraman ordu şafakla beraber beytepe eteklerinden taaruza kalkacaktı. Bölük komutanı yüzbaşı Ahmed Necat vakur fakat kararlı bir ses tonuyla konuşmaya başladı: "Evlatlarım, epeydir bugün için hazırlanıyorduk. Hala çok eksiklerimiz var. Cephanemiz tam değil, atlarımız hasta. Ama mevzu vatan müdafası olunca, eksiklik lafı edilmez biliyoruz. Karargahtan gelen emirle bugün hücuma kalkmamız söylendi. Sizden var gücünüzle ve tüm cesaretinizle çarpışmanızı bekliyorum. Öte yandan alakasız bir blog yazısının bir parçası olmamızı da anlayabilmiş değilim. Konuyu ha bağladı, ha bağlayacak diye bekliyorum ama yazdıkça yazıyor herifçioğlu. Bu saatten sonra Dumlupınar ovası' ndan Miami otabanlarına nasıl çıkacak merakla bekliyorum" dedi Ceyk. "Nasıl çıkacağı var mı düüd, bayağı trak işte" dedim. "Düüd, bu firma son model hüuç es traklar kiralıyor" (düüt: dude, Ceyk' in favori hitap şekli)

Az sonra terbiyeli bir deve edasıyla tam önümüze park ettiğinde kiraladığım aracın gerçekten te hüuç es bir trak olduğunu gördüm (huge ass; koca götlü) Ceyk' in gözleri parladı. "Ben kullanayım noolur" dedi. "Olmaz, ben kiraldım" diye itiraz ettim. Aslında gözüm de yemiyordu bir yandan. Hayatımda kullandığım en güçlü makine golf sahası biçerdöveriydi. Ama o da şu andaki tır bozması araçla karşılaştırıldığında filde iç kulak kalıyordu. Yine de yiğitliğe bok sürdürmemek adına kendimden emin tavırlarla kontağı çevirdim. Yeni bir araca binerken yapılması gereken ayarları yapmalıydım. Koltuğu ayarlamak, aynaları ayarlarmak, ahiret gününe inanmak, meleklere inanmak, hayır ve şerrin allah tarafından geldiğine inanmak... Hepsi tamamdı, olur da islamın şartlarından soru gelirse onları da biliyordum. Hacca gitmek, zekat vermek, oruç tutmak, namaz kılmak. Kelime-i şehadet getirerek gaz verdim. Devenin ayağa kalkmasına benzer biçimde sarsıldık. Meğer birden çok gaz vermişim. Hassasmış bu aletin pedalı. Bu cüsseye bu hassaslık oldu mu şimdi Bay Toyata? Kiraladığım araç Toyota Tundra. Merak edenler olabilir. Ama ben sizi zahmete sokmamak adına Erdal' ın benzincide çektiği bu fotoğrafı aktarayım.


Bir iki şaşkınlıktan sonra kamyona (bundan sonra kamyon olarak geçecek) alışmaya başlamıştım. Ceyk yanımda, oğluna araba öğreten baba gibi tetikte beklese de korkulacak birşey yoktu. Zaten diğer araçların seviyesinden daha yukarıda sürdüğümüz için olası bir kaza anında en fazla altımıza almış olacaktık diğerlerini... Şimdi daha iyi anlıyordum koca kamyonlar içinde büyük bir kibirle oturan adamları. Demek ki böyle bir şeyin direksiyonundan bakınca dünya daha küçük görünüyormuş göze. Ve kurallar daha çiğnenebilir! Fakat içimdeki trafik canavarını kontrol edecek kadar tecrübeliydim. Ceyk' in "nineler gibi sürüyorsun" tacizlerine aldırmadan efendi gibi yoluma devam ettim.

Doğruca yeni evimizin yönetim binasına çektik. Süperdi! Ortalıkta yöneteci mönetici yoktu. Kapı kilitli perdeler örtülüydü. Bu durumda yeni evimizin anahtarını alamayacak ve taşınma işine başlayamayacaktık. Pazar günü yönetimin kapalı olacağını hiç düşünmedik. Türkiye' de olsa yöneticinin oturduğu evi bulur, kapısını çalardın. Fakat buradaki site bir şirket tarafından yönetildiği için çalışanları da haklı olarak hafta sonu tatiline çıkmışlardı... Sonuçta koca bir günü koca bir kamyonla geçirmek zorunda olduğumuzu anladık. Kamyonun parasını çıkartmak üzere inşaatlara kum taşımayı önerdim. Ceyk portakal bahçelerinden greyfurt taşımanın daha karlı olacağını söyledi. Portakal bahçelerinde greyfurt yetişmeyeceği için bu işin baştan yatacağını söyledim. Ceyk üzüldü. Portakal bahçelerinden portakal taşıma fikri de aklına gelmediği için bir süre dudağını büzerek oturdu. Oğlum bi fikrim var "portakal bahçelerinden portakal taşıyalım" dedim. "Portakal bahçelerinde portakal olmaz ki" dedi. "Hayır portakal bahçelerinde greyfurt olmaz, portakal olur" dedim. "Ama demin ben söyleyince olmaz dedin" dedi. Dedim ki "Yanlış anladın; portakal, portakal bahçelerinde yetişir. Bu benim söylediğimdi. Sen ise greyfurtu portakal bahçelerinde yetiştirmeye kalktın. Bir düşün, üzüm bağlarında kestane yetişir mi?" "Yetişmez" dedi bu. "Eee" dedim "O zaman portakal bahçelerinde de greyfurt yetişmez" Örnekli anlatınca anladı. "Hıııı" dedi. Ama çok kısık bir sesle söyledi ki yenilgisini yüzde yüz kabul etmiş olmasın. Ben de üzerine gitmeyip konuyu değiştirdim.

Ceyk o gün taşınma işlerini halletmek üzere izin almıştı. Boş boş oturacağına işe dönmenin daha mantıklı olacağını düşündü. Hemen bir "U" dönüşü yapıp çalıştığı yere gittik. Onu bıraktıktan sonra kamyonu da eski evin yakınlarındaki katlı otaparka çekmeye karar verdim. Nasılsa akşam vakti çıkıp Erdal' ı almak üzere havaalanına gidecektim. Evet, Erdal tam da bugün inecekti Miami' ye... Onu karşılamaya geleceğimi söylemiştim ama koca bir kamyonla gelebileceğimi söylememiştim. Doğrusu görünce şaşıracaktı. Amele pazarından amele almaya gelmiş gibi olmasın lan, diyerek güldüm. Tatile gelen adama ev taşıtmak başlı başına bir terbiyesizlikti... Bir de kamyonun kasasına oturtup "yövmiyen yirmi lira, öğle yemeği dahil" dediğimi düşünüp kıkırdamaya başladım.

Küçük bir kaybolma macerasından sonra otoparka vardım. Daha önce kamyonla katlı otoparka girme tecrübem olmadığı için kapı önünde durup düşünmeye başladım. Azami sınırı geçip geçmeyeceğimi, dolayısıyla tavana sürttürmeden girip giremeyeceğimi kestiremiyordum. Kapıda "Klerıns bilmem kaç feet" falan diyordu da biz metrik sistemin çocuğu olarak anlamıyorduk bu inçleri, fiitleri... Böyle salak salak bakınırken otopark görevlisi eliyle "gel gel" işareti yaptı. Fırtınada kaybolan tekneler deniz fenerini görünce nasıl seviniyorlarsa ben de öyle sevindim. Rotamı kapıya çevirip denizci selamı vererek otoparka daldım. Tavana oldukça yakın seyrediyordum ama bir değme-sürtme belirtisi yoktu. Döne döne beşinci kata kadar tırmandım. Fakat her tırmanış yüreğimden bir parça götürüyordu sayın okurlar. Katlı otaparkların dar spiral tırmanış yollarını bilirsiniz, o daracık yollardan koca kamyonu döndürmek ne yaman bir uğraştır, onu da bilir misiniz? Peki ağlasam dokunabilir misiniz göz yaşlarıma? Kan ter içinde en üst kata ulaştığımda bir bayrak dikmediğim kaldı. Doğrusu sevinmek için erkendi biraz. Daha yavruyu zemin kata indirecektik... Velhasıl çocukluğumun favori mesleklerinden birine daha elvada demiş oldum. Kamyonculara çok özeniyordum küçükken.

Erdal' ın geliş saatine kadar evde oyalandım. Saat yedi buçukta uzun yol şoförlerine has bir mahsunlukla evi terk ettim. Yol uzun, ekmek aslanın karnındaydı. Çalışacaktık. Çoluk çocuk elimize bakardı. Yürüdüm, yürüdüm otoparka geldim. Makinede park parasını ödedim. Asansöre binip yukarı çıktım. Basamağa basıp kamyona bindim. Şaka değil, bir basamak var şoför mahaline açılan. Ordan sola dönüp vites kutusuna doğru yürüyorsun. İlk ışıklardan değil, ikinciden gir. Akbank var... Orda kime sorsan gösterir. Bir kere koltuğu bulunca gerisi kolay. Koltuğa otur. Aracı çalıştır, aynaları kontrol et. Gerçi aynanın herhangi bir görüntüyü ıskalama şansı yok. Kocaman. Al sök, evinde boy aynası olarak kullan. Olmadı berbere ver, aynı anda üç kişinin ensesini göstersin.

Vrooom, vroooooom diye çalıştı motor. Radyoda güzel bir şarkı buldum. Klimayı kökledim. Mutluydum galiba lan. Şarkının nakaratına eşlik ederek geri geri çıkmaya başladım. Kamyon, ben bu yollar için yaratıldım dercesine şık bir kavis çizdi. İleri vitese taktım. İniş rampasına açıktan girmek gerekiyordu. Direksiyonu kırdım. Sezgisi kuvvetli okur burada birşeyler olacağını hissetmiştir herhalde. Öyle fazlaca büyük birşey değil. Sıfır kilometre kiralık bir kamyonu otoparkın duvarına gömmekten başka hiçbir kabahati üstlenecek değilim. Kapının çökmesi, boyanın dökülmesi falan bunlar hep takip eden fiziksel reaksiyonlar. Yani günümüz teknolojisi çarpma anında içeri göçmeyi engelleyecek düzeye gelmediyse kabahat vatandaşın mı? Bilim adamları öğle yemeklerini biraz daha hızlı yemeye alışmış olsalardı belki bugün ben otaparkın en üst katında afedersiniz götüm üç buçuk atarak kaporta düzeltmeye çalışıyor olmayacaktım. Ya da ne bileyim, Bay Toyata Ar-Ge ekibine beş maaşlık ikramiye dağıtıp "bir ay içinde elastik arabayı masamda istiyorum" dedi mi? "Tamam lan kapı önüne de park edebilirsiniz aslında, yeter ki yapın" diye de ekledi mi? Yok arkadaş, gerekli atılımları zamanında yapmazsanız vatandaş elbet te böyle çok afedersiniz göte gelecektir. Daha önce de bir kelime için af dilemiştim sayın okur, o kabul edildi mi bilmiyorum. Onun kabulu gelmeden ağzımı ikinciye bozmuş oldum, kusura bakma. Bir dahakine daha dikkatli olmaya çalışacağım.

Olay yine o belalı spiral iniş rampası önünde gerçekleşmişti. Çıkarken iyi kötü başarılı olduğum etapta inerken niye başarısız olmuştum? Gerektiği kadar açıktan almadım demek ki... Allahtan tam iki kapının bağlantı yerinde denk gelmiş. Çıkarttığı sese nazaran çok mütevazi bir göçük. Dikkatli bakmayınca farkedilmiyor zaten. Dur bi uzaktan bakayım. Yok be, öyle çok kötü bir delik değilmiş. Delik mi? O ne lan? Delinmiş mi? Ha, boyası kalkmış. Oraya beyaz sprey boya sıksan anlaşılmaz aslında. Dur bakayım. Anlaşılmaz be...

İnsan beyninin korunma refleksi bu. Kendi kendini suçlayıp devreleri yakmamak için durumu önemsezleştirmeye çalışıyor... Bi de insanın dürüstlüğünü sınayacağı harika bir fırsat bu gibi durumlar. Görüldüğü üzere ben ilk hamlede sınıfta kaldım. Aracı götürüp "Buyrun, sağ kapısını hafif göçerttim. Borcum neyse ödeyeyim" demek yerine sprey boyayla kabahat örtmeye çalışmak... Çık, çık, çık... Çok ayıp fakat mantıklı bir yol. Olur yani... Boyayı vurunca pek anlaşılmaz. Anlaşılıp anlaşılmayacağını bizimkiler üzerinde test etmeye karar verdim. Ne Erdal' a da Ceyk' e de söylemeyecektim durumu. Eğer farkederlerse olayı anlatıp desteklerini isteyecek, fark etmezlerse "o halde kimse fark etmez" diyerek bu sırrı tarihe gömecektim. Olur da "bu aracı size böyle vermedik beyfendi" derlerse yine doğru olanı yapıp yalan söyleyecek "abicim aldığımda öyleydi, beni mi kandırıyorsunuz" diye çirkefleşecektim. Böylece şerefsizliğimi, yalancılığımı bir kere daha belgeleyip teşekkür-takdir belgelerimin yanına, duvara asabilirdim.

Arabayı kiraladığım şirket Amerika çapında büyük bir şirket. Adım gibi emindim ki o kamyon oraya başka bir merkezden bu sabah benim için getirilmişti. Yani kimsenin aracı tanıdığı yoktu. Ve bana da teslim ederken araç etrafında gezdirmemişlerdi. Bunu da kullanabilirdim. İkinci bildiğim şey ise; "Bacıt Rent e Kar" himayesindeki bütün araçları her türlü kazaya karşı zaten sigortalıyordu. Müşteri kaza yapsın yapmasın, arabayı çalsın çalmasın her türlü durum için korunuyorlardı... Ha, ben aracı kiralarken sigorta yaptırdım mı? Yaptırmadım. Günde ekstra elli dolar vermeyeyim diyerek... Bu benim hatam, orası kabul. Halbuki her kiralamada yaptırıyordum bugüne kadar. Ama kamyonla iki-üç günlük işimiz olduğu için ve kendimi ultra dikkatli şoför ilan ettiğim için yaptırmamayı seçmiştim. İşte, bana asıl üç buçuk attıran faktör buydu. "Ah ulan niye cimrilik ettim" diye içim içimi kemirerek tekrar şoför mahaline oturdum. Biraz bekleyip sakinleşmeye çalışacaktım. Güzel bir şarkı bulmak için istasyonları kurcaladım. Ciddi ciddi "TRT FM" i aradım bir süre. Yabancı memlekette başını belaya soktuğun anlarda kendi ülkene ışınlanasın gelir. Tamam kusura bakma ABD, zaten ben buraların adamı değilim. Aracın masrafını maaş çeklerimden kestiğin vergilere say. Dostça el sıkışıp ayrılalım...

Olağanüstü bir dikkatle otoparktan indim. Arabayı durdurup hasarlı bölgeye bakmak için dayanılmaz bir istek duyuyordum. Koca aynalardan bile görmek mümkün değildi. Sokaktaki adamların yüzlerine dikkat edip "vurduğum yeri" görüp görmediklerini algılamaya çalıştım bir müddet. Kimsenin umrunda değildi tabi. İnceden bir yağmur atıştırmaya başladı. Silecekleri hemen çalıştırmadım. Bırakayım dağınık kalsındı. Su nasıl olsa yuvarlanır yolunu bulurdu. TRT FM' in düzgün aksanlı spikeri konuşmaya başladı. "Yağ yağmur yağ, gönüllere su serp... Trafikte seyir halindeki dinleyicilerimize dikkatli olmalarını bir kere daha tembih ettikten sonra sıradaki şarkımızı Miami' deki dinleyicimiz Yec için çalıyoruz. Edip Akbayram' dan geliyor. Aldırma gönül"

-Başın öne eğilmesin, aldırma gönül aldırma... Çarptığın duyulmasın, aldırma gönül aldırma...

"Mapus yata yata biter" kısmında sinirlenip sustum tabi. Bu psikoloji için güzel bir şarkı değildi. Kendim söylemeyi bırakıp radyoyu açsam daha mantıklı olur herhalde diye düşündüm. İlk çıkan kanal klasik müzik kanalıydı. Oh çok şükür... Ve bıraktım kendimi yaylı çalgılar ailesi içine.


GELECEKTEN NOT: Sevgili okuyucu gene olmadı, bu hikayenin devamını getiremedim. Ama merak edenler için söyliyeyim. Kamyonu geri verirken kimse önemsemedi göçüğü. O kadar telaş ve korku boşunaymış. Yazıyı uzun zamandır okumamıştım. Şimdi okurken kendi yazdıklarıma çok güldüm lan, keşke devamı olsaymış...
 

16 yorum:

Çağlar dedi ki...

Buradan da anlıyoruz ki Şarküteri kardeşimiz ağız ishali oluyormuş araba tıklatınca :)

Ama yo dostum yoo, kandıramazsın beni. Bundan önce kullandığım en güçlü şey çim biçme makinasıydı derken çok büyük yalan konuştun. Elimde delliler var. Sen bir başka araçlı yolculuğunda buralardan okuyan bizleri ööff, üüff, vışş nidalarına sürükleyen, ama yine oralar için normal sayılıyor olduğunu varsaydığım spor bir araç ile bi yerlerden bi yerlere gitme yazısı yazmıştın görsel destekli. Kaçamazsın benden, o araç en az iki çim biçme makinası gücündeydi.

ASLI dedi ki...

amaaaan nazarım değdi valla. "Oha yuha" diye kamyona gözüm düştüydü :) flormar'ın kireç beyazı ojesini tavsiye etmek için çok geç kaldım sanırım. :) Üstüne bi de Golden Rose'un parlatıcısını sürerdin, fıstık gibi olurdu :))

Yeni evin de hayırlı olsun. Sehpaları ortadan kaldırır da tek kale maç yaparsınız artık geniş geniş :)

Ceyk'e gelince, bu devirde kaldı mı öyle sadık, yağız delikanlılar :)...

Tekrar görüşmek üzre, çok yakında
kibariyec :)
ASLI

alpernatif dedi ki...

Bir michael Bay prodüksiyonu izler gibi okudum hikayeyi
ama sadece araç çarpmayla olmuyor
bir kaç patlama,kurşunlar felanda lazım sanırsam

Türkün araba kullanma gücünü ispat et oralarda YEC :))

Portia dedi ki...

Bu sebebledir ki iki taşınmamda da u-haul kamyonlarını -ki benim ıvır zıvırı sığdırmak için kapalıların en küçüğü ancak kafi gelmişti- arkadaşlara kullandırmışımdır. Burada sakınan göz ve çöp durumu da mevcut olabilir. İkinci kaldığım evden çıkarken "aman depoziti tam alayım" diye deliler gibi temizlik yapıp tam çıkarken kapının önünde halıya çamaşır suyu dökerek koca bir leke oluşturmuştum. Meğer temizlemesem de depoziti veriyorlarmış ama işgüzarlık sonucu kalıcı hasar verdiğim için yandı paracıklar.

Merakla devamını bekliyorum...

Şarküteri dedi ki...

ÇAĞLAR:
Bir aylık suskunluğa vermek lazım bu uzun yazıyı. Hesapta tüm hikayeyi bir çırpıda bitirecektim ama üçüncü yazıya bile sarktı. Haa, senin dediğin pontiac grand prix marka araç.. Onu binek araçları sınıfında düşündüğüm için değerlendirmeye almadım. Kamyon, biçerdöver falan iş makinaları ya. Maşallah çok dikkatliyiz :)

ASLI:
Yok aslı'nda ben yazıyı geç yazdım. Başıma gelir gelmez yazsaydım senin tavsiyeni değerlendirirdim. Yeni evimde sehpa yok zaten.. Salonumuz yankı vadisi gibi. Şarkı söylemek için güzel bir akusitiği var. Ceyk, evet biraz keriz bir insan :) Amerikalılar içinde bir mecnun çıkacağını hiç ummazdım. Bir yıldır internette aşk ayaşıyorlar. Allah kavuştursun, ne diyelim.

ALPERNATİF:
Abi Michael derken... Rahmetliyi mi andın? Valla düşük bütçeli bir prodüksiyon bu hocam. Arabayı bile zor çizdirttiler. Senin hatrına üçüncü bölümde birkaç ateş çemberinden geçerim... Türkün araba kullanma gücü güzel de kamyon kullanma gücü düşük biraz.

PORTİA:
Bize U haul pek hesaplı gelmediydi. Mil başına da para kesiyor ya onlar. Biz de geçen evden çıkarken duvarda koca bi oyuk bırakarak çıktık. Jake efendi duvara yaslanırken içeri göçertmişti de. Sonra dairelerin bakımını yapan kübalı amcaya söyledik. "Ben hallederim" dedi. Biz de sanıyoruz duvarı onaracak. Evsahibi ile buluşmmamızdan on dakika önce elinde koca bir kitap rafıyla çıkageldi. Rafı deliğin olduğu yere dayadı. Biz şaşkın şaşkın bakıyoruz... Sorarsa "Bunu evde bırakmak istediğinizi söylersiniz" dedi. Hiç sahibi olmadığımız rafı evde bırakarak depoziti kurtarmayı başardık :) Senin çamaşır suyu olayı çok sakatmış ama ya! O kadar uğraş, sonra parayı kaptır. Üzüldüm hakkaten.

Gergin dedi ki...

Y.E.C;
İlk defa yorum yazacağım ya..
Şööyle bi özeniim dedim.
Sayfadaki hayali silgi kırıntılarını
sağ elimin tersiyle dışarıya doğru ittim.
Defalarca..
Sonra da sayfa iyice düzelsin diye ortasına pat pat iki defa vurup,
avucumun içiyle kenarlara doğru iyice sıvazladım.
Sonra da başladım yazmaya..
Daha doğrusu başlayacaktım,ama
olmadı.
Yine laf edecek açık kapı bırakmamışsın.Yalnızca süper
olmuş filan demem kalmış geriye
ama onu da hayatta demem..
Nedeni de sırf kıskançlık.
Bu durumda sana yeni evin hayırlı olsun demekten başka söyleyeceğim bir şey olamaz.:))

Sevgi Gibi dedi ki...

hadi devamını yaz Yec, noldu, anladılar mı. anladılarsa sana ne yaptılar gurbet ellerde. yoksa hapishanedesin de o yüzden mi yazamıyorsun ? yec, yeeeccccc, bişey desene :D

dark dedi ki...

Çokca taşınmış biri olarak babamın bir lafını hatırlattınız bana. 3 taşınma bir yangına bedelmiş:)

hayatgibi dedi ki...

taşınma bana sıkıntılar veren bir iştir ama bu yazı dizisinin devamını heyecanla bekliyorum nedense..

şarkuteri farkı desene..

Şarküteri dedi ki...

GERGİN HOCA:
Kurban kesip kanını da yorum kutusuna doğru akıttım hocam. Hatta serçe parmağımla alnıma da küçük bir nokta koydum. Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. İlk yorum, ne diyeceğimi bilemiyorum... Ben düşünürken bandomuz bir marş çalsın. Hemen ardından da kılıç kalkan ekibi küçük bir gösteri sunacak... Evle ilgili temennileriniz için teşekkür ederim.

SEVGİ GİBİ:
Ya sorma, hapiste internet bağlantısı da varmış. Eh, üç öğün yemek te veriyorlar. Bi süre burada kalayım dedim... Devamını henüz yazamadım. Ama söz :)

DARK:
Valla çok güzel bir lafmış o. Hemen hafızamın bir köşesine yazıyorum.

HAYATGİBİ:
Likelife, hoş geldin. Teşekkürler, uzun yazılar pek okunmaz genelde. Ya da biraz başından biraz sonundan okunur :) Yorumun beni motive etti. Demek ki okunmaya değer bulunabiliyor yazdıklarım.

gibi dedi ki...

"Demek ki okunmaya değer bulunuyor yazılarım" gibisinden bir şeyler yazmışsın o nasıl lakırdı öyle kuzum:)tatilde, otelin ortak kullanımındaki bilgisayarda 2 posta halinde okudum bu yazıyı malum arkada bekleyenler varken yaya yaya ,sindire sindire halledemiyor insan işini-koşulları sen düşün artık:) Yeni evin hayırlı olsun, taşınırken bir pasta çörek çay seramonisi yapmak isterdi gönül ama..bekliyoruz efendim devamını

Şarküteri dedi ki...

GİBİ:
Kusura bakma geciktim cevaplamak için. Ama illa ki cevaplarım biliyosun. Öyle sıkışık mekanda zaman ayırıp vardiyalar halinde okuma yaptığın için müteşekkirim. Valla inan o pasta börek çay nasıl da makbule geçerdi. Neyse yemiş kadar olduk efendim. Teşekkürler...

Çağlar dedi ki...

ahaha naber Yec,
hani diyorum bakıyorum diyorum. devamı diyorum :D
haha, bak başka da birşey demiyorum ;)

Şarküteri dedi ki...

ÇAĞLAR:

Sen başka birşey demesen de ben anlıyorum :) Yazacağız, elbet sıra gelecek. Üç vakte kadar. Ama önce araya proje yazısını alalım.

Teecetveli dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Şarküteri dedi ki...

TEECETVELİ:

Taşınma 3 kısaca şöyle oldu: Arabayı geri verdim, kimse aldırış etmedi. Dahası Jake, burada "bir göçük var ama biz yapmadık" dedi. Benim yaptığımı söylememiştim ona. O yüzden çok inandırıcı söyledi. Adamın da umrunda değildi zaten. Araç aynı firmanın başka bir ofisinden geldiği için onun sorunu değildi. Zaten araçlar her durumda yüzde yüz sigortalıydı.

Bu taşınma serisinin sonunu getiremeyecek kadar tembelim şu aralar. Bari senin yorumuna karşılık veriyim de gelecekte okuyup merak edenler, buradan faydalansın...