6.10.2006

Hayatımın Filmi


Bu yazı 5 yıl önce yazdığım bir yazının biraz geliştirilmiş bir versiyonudur.
Sanırım, buradan bakınca biraz uzun gözüküyor...
Gözünüz korkmasın, elimden geldiğince akıcı olmasına çalıştım.

**
Benim bir sinema oyuncusu olduğumu çoğunuz bilmezsiniz. Zaten ben de çıkıp her yerde söyleme meraklısı değilimdir. Evet dostlar, bu vesile ile hepinize açıklayayım o zaman

Ben bir oyuncuyum, hatta öylesine bir oyuncuyum ki, oynamazsam bir saniye bile yaşayabileceğimi sanmıyorum bu dünyada. Neyse ki şansım yaver gidiyor da her zaman farklı bir projenin içinde buluyorum kendimi. Evet, tahmin ettiğiniz gibi yine büyük bir prodüksiyonun göbeğine düşmüş bulunuyorum. Bu yeni filmden bahsederken ne kadar heyecanlandığımı tahmin edemezsiniz, bakın ellerim titriyor şu anda… Sanırım bu film hayatımın filmi olacak.

Tamam biliyorum, çok tecrübeli bir oyuncu sayılmam henüz. Hatta replik ezberleme konusunda en berbat on oyuncu arasına rahatlıkla seçilebilirim. Ama kim ne derse desin, başrole kabul edildim işte bir kere. Demek ki, replikleri bülbül gibi şakımak çok ta marifet değilmiş… Uff, bilmiyorum ya, kafam karışık biraz. Önümde zorlu bir maraton var, hazır olmak zorundayım. 


>>

Geçen sabah yaptığımız çekimlerde nasıl çuvalladım anlatamam. Çok kalabalık bir plandı. Şehir merkezinde gerçeğinin tıpkısı bir park oluşturulmuştu. Etrafta her yaştan binlerce figüran, araçlar, hayvanlar hepsi “motor” sesini bekliyordu. Komut gelir gelmez yerimden fırladım. Rol gereği kız arkadaşımın elinden tutacaktım ve “basit bir özür” dileyecektim. Ama rol arkadaşım öyle hızlı yürüyordu ki yetişip onu durduramadım. Nasıl olsa yönetmen tekrar alır bu sahneyi derken bir de baktım ki, hiç ses seda yok, kimse bozmuyor… Kız gözden kaybolup gitti, ben ağzım açık kaldım. Herhalde böyle pahalı bir sahneyi tekrar etmek işine gelmedi yönetmenin, ne de olsa binlerce dolar para ödeniyor şu figürasyona… Sanırım burayı montajda düzeltecek, umarım yani…

Hani bazı oyuncular vardır ya, siz de bilirsiniz, kendi kafalarınca şartlar koymaya kalkarlar. Yok efendim öpüşmem, sevişmem diye… Yahu film bu, rolünün hakkını vereceksin, karşına sevişme sahnesi çıkınca her zaman buzlu cam mı bulacaklar sana? Varsayalım ormanın tam ortasında sevişmek icap etti, ne yapacaksın? Çam ormanında incir yaprağı mı arayacaksın? Geçin bunları efendim, sanat yapıyoruz burada. Ben şahsen bugüne kadar hiçbir kapriste bulunmadım prodüksiyona. Hatta bütçeye fazladan dublör masrafı çıkmasın diye mümkün olduğunca kendim geçtim alev çemberlerinden, binaların tepesinden hep kendim atladım. Ve maalesef her seferinde hava yastıklarına denk gelemedim… 

Oyunculuk sabır ister, dışarıdan görüldüğü gibi kolay değildir. Her sabah yüzümü yıkarken tekrar tekrar makyajım akar ve ben tekrar tekrar tazelerim. Üzerinde yıldız resmi olan kapıdan çıkmadan önce saçlarımı ve kostümümü, o günkü sahneye göre özenle hazırlarım. Etrafı ampullü aynam, hep bir güleç yüz göstersin isterim, etrafı ampullerle çevrili, işini seven bir adamın güleç yüzünü. Ben sinemayı severim.

Gerçekten de, dedikleri gibi setler birer okulmuş... Bu son filmde, tecrübeli oyuncuların oldukça büyük desteğini görüyorum. Örneğin, annem ve babam rolündeki oyuncularla öyle kaynaştık ki, şu anda gerçek bir aile gibi olduk. Beni kendi çocukları gibi seven ve takıldığım her konuda bana yardım eden bu eşsiz insanlara nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Bakmayın, ben rol gereği hayırsız evladı oynuyordum da o yüzden annem, bir türlü ulaşamadığım o elalemin çocuklarının konuşulduğu altın günlerinde ağzı poğaçalarla doluymuş gibi yaparak soruları geçiştirmek zorunda kalıyordu. Tüm komşu kadınlar aynı ajansa bağlı profesyonel oyunculardı elbette ve tüm bu kabul günleri senaristlerin elinden çıkmış komik hikayelerdi… Ama yine de ailemin beklentilerini karşılayamamak koyuyordu bana yahu… Eh, bunu da acemiliğime verin, bazen rolüme kaptırıveriyorum kendimi.


Siz hiç kalabalık bir sokakta ne kadar yalnız ve ürkek olduğuma tanık oldunuz mu? Bu soruyu “evet” diye cevaplıyorsanız çok mutlu olacağım. Çünkü rolümün hakkını verdiğim anlamına gelecek bu. O çökük omuzlarımı, umutsuz bakışlarımı da görmüş olmalısınız… Hala soğan sarımsak ile ağlayan aktörler var biliyor muydunuz? Bense bu işte öyle yetenekliyim ki, yönetmen "ha" deyince salya sümük ağlamaya girişiyorum. Düğmeye basıp arabanın camına su püskürtmek kadar kolay oluyor benimkisi... “Evladım, bu kadar da bol keseden akıtma göz yaşlarını, inandırıcı olmuyor” dedi geçenlerde rejisör. Ah rejisörüm, bilseniz yalnız kaldığım o umutsuz anlarda nasıl da inanıyorum göz yaşlarımın gerçekliğine…

Sinema filmi bir ekip işi her şeyden önce. Afişlerde başrol oyuncusunu gururla dikilirken görürüz ya en önde, işte onun arkasında öyle kocaman bir ordu vardır ki şaşarsınız… Kendi ekibim diye söylemiyorum, topçu tugayı gibidirler maşallah... Yüzlerce set işçisi, dekoratör, kameraman, ışıkçı ve sesçi adeta bir gölge gibi takip eder beni. Bazen arkamdan kopan bir gürültüyle hatırlarım onları ya da tepemde dolaşan helikopterle hissederim varlıklarını ama her iki durumda da dönüp bakmam yasaktır. Bilirsiniz, bizim altın kuralımız der ki: “Hiçbir zaman kamerayla göz göze gelme!” Ama bir tek durumda delinir bu kural:

Loş ışıklar altındaki aşk sahnelerinin çekiminde…

Ah, dostlarım bana kalsa ben hep aşk sahnelerinde oynayayım isterdim ama olmuyor malesef. Bu senaryolar yıllar önce formülüze edilmiş:  Giriş, tanışma, kötü adamlar, aşk, kötü adamlar, kavga, öpüşme, final… Evet, ne yapalım çıkamıyoruz bu kalıplardan, halk bunları istiyor. Şehrin ucunda küçük bir evde baygın baygın birbirimize bakıyoruz mesela… Ben elimi kulaklarına götürüyorum sevgilimin, küpelerine dokunuyorum. O benim burnumu ve dudaklarımı izliyor… Ben onu sevdiğimi söylemek için yutkunuyorum bir kere, bir kere daha… Ama çıkmıyor ağzımdan, beraberce susuyoruz… Muhteşem bir suskunluk hakimken havada, birden bire odamıza dalan o merminin ıslığı ile müzik susuyor. “Off, kahrolası uyuşturucu mafyası!” diyorum isteksizce, zıplayıp kaplan misali kızın üstüne uçuyorum…Yere kapaklanıyoruz birlikte, pencerenin camları üzerimize yağıyor. "Ne gerek var böyle bir tantanaya" diyorum içimden, kötü adamlar simitlerini yiyip ayranlarını içselerdi bir köşede… Biz hazır olunca onlara haber verirdik…

Bu günlerde üzerimde bir tutukluk var, çok veremiyorum kendimi filme ama yatağın doğru tarafından kalktığım sabahlarda gerçekten görülesi bir oyun çıkartıyorum. Elimdeki kılıç güneşin ışığında yalım yalım yanarken yemin ediyorum ölene kadar bu toprakların bekçisi olacağıma. Her kim ki insanlarıma bir kötülük yapmayı aklından geçirirse karşısında kara maskeli savaşçıyı bulacak, diye bağırıyorum. Sesim çıplak dağlardan geri geliyor: “Bulacak, acak, cak…” Akrobatik bir hareketle atın semerine zıplıyorum, kafa dik, omuzlar gergin, kınına geri koyuyorum yadigarı. İşte böyle bir anda bir de rüzgar peydah oluyor ki kuzeyden sormayın gitsin, pelerinim savaştan galip çıkmış ülkelerin bayrakları gibi dalgalanıyor… KESTİK!... Nasıldım? Tek kelimeyle mükemmel… Biraz ışık, biraz vantilatör etkisi ile pekala kahraman olunabiliyor, bunlar en bilindik film hileleri. Ama ben sevmiyorum böyle kahramanlığı, atın semeri her seferinde kıçımı acıtıyor.

Mesleğimden böyle övgüyle söz ettiğime bakmayın siz, açık yüreklilikle söylüyorum ki, bazen de tiksiniyorum yaptığım işten. Mesela hiç olmayacak bir yerde densiz adamın biri çıkıyor karşıma ve tükürüklerle beraber ağır hakaretler fırlatıyor yüzüme… Ben ne yapıyorum dersiniz? Ne yapacağım, çıkarıp teksiri repliklerimi okuyorum birer birer:

“Peki efendim, haklısınız efendim, bir daha olmaz efendim.”

Bununla kalsam yine iyi, para kazanmak ve perdede görünmek uğruna öyle rollere bürünüyorum ki, hırsızdan uğursuzdan beter oluyorum. Utancımdan başımı kumlara gömesim geliyor ama yapamıyorum. Aklımı başımdan alıyor bu sinema illeti. Ak diyeceğim yerde kara diyorum, evet diyeceğim yerde hayır… Bazen her şeyi boş verip kaçmak istiyorum dünyanın tüm setlerinden. Eminim ki, ötelerde bir yerde kamera ışıklarının vurmadığı, doğallıkla gülümseyen çehreler vardır ve onlar rol yapmaya muhtaç değillerdir bizler gibi... Doğrusunu isterseniz tam şu anda bile oraya gidecek gücüm var benim, gözlerimi kapatıp uyanmayabilirim bir daha... Ama elimde kapı gibi kontrat var. İyi bir sinema oyuncusu daima yaptığı kontrata sadık kalmalıdır, ne olursa olsun. Ne zaman ki son sahne tamamlanır, ışıklar söner ve ses kaydı biter… İşte o zaman başrol oyuncusu da özgürdür artık.

Bu son filmim ne zaman bitecek bilmiyorum, bilmeyi de istemiyorum… Bakın ellerim titremeye başladı yine, gözümün önüne uçsuz bucaksız tepeler, rüzgarda savrulan bulutlar geliyor. Yanaklarım niye sıcak, ateşlendim mi acaba? Bana bir ayna verin, hemen bir ayna istiyorum!.. Tanrım, tüm makyajım akmış… Bir sonraki sahne neredeydi?... Çiçekçiye gidecektim di mi?... Kaç dakikamız var, ışıkçılar ulaşmış mı mekana?... Ya çocuklar, şu kıyafetler ütülenirken biriniz senaryoyu okuyun bana:

“Kahramanımız gerçekten üzgündür. Hiç istemediği halde biricik sevgilisini kırmıştır. Hatta özür dilemek için buluştuklarında bile gururuna yediremediği için o iki lafı bir araya getirip bu işi becerememiştir. Ama bugün mutlaka çözülmelidir konu. Üzerinde kocaman harflerle “Özür Dilerim” yazan bir çiçek yaptırmaya karar verir. Evet, klasik bir çözümdür bu ama her zaman işe yarar…”



ÖNCEKİ YORUMLAR:

Yazan:caglarbilir | Tarih: 2006-10-06 04:09:04
Konu: güzel
fikir harika, kurgu müthiş. yazının karanlıklık derecesi de iyi ayarlanmış.
e söz verildiği gibi akıcı da olduğuna göre bolca eline sağlık diyerek teşekkür etmek gelir anca elimizden.
Saygılar. 
Yazan:ipeksol | Tarih: 2006-10-06 12:06:26
Konu: oyyy..burada yanık kokusu alıyorummm 
bir sürü yoracak şey var bu yazıda..
film güzel ..hayata dair hatta..günlük yaşayabileceklerimizin beyazperdede ki görüntüleri, güzel de oynuyorsun, hatta gayret ettiğini sandıklarında bile çok iyisin..çünkü deniyorsun, çünkü vazgeçmiyorsun, belki eniyisi, mükemmeli değil senin yaptığın ama "sen" yapıyorsun farkındamısın..


hep derler ki hayat bir perdedir rolünü oynayanlar zamanı gelince sahneden inerler..hepimiz o sahneden ineceğiz ama sahnede nekadar kaldığımız değil ne kadar gerçekten kalabildiğimiz önemli olan..


bu iş de gayet güzel kotarılmış filimde..kişiler mekan birbiriyle dans ediyor sanki..


tebrikler yec süper bir çekim, süper efekler yakalamışsın..

ama bir de ana fikir var..


esas kızın kalbi kırıkken esas erkek iki kelimeyle onu tamir şansı varken, hangisi daha ucuza gelir..özür dilerim demek mi yoksa yine söyleyemeyeceği bir özür le verilecek çiçekmi..


basit iki kelime.. özür diliyorum

hatta
daha basit iki kelime daha var..bilirsin..
gönlünce ol
ve hep buralarda ol 
Yazan:suleyman456 | Tarih: 2006-10-07 02:20:05
Konu: yeni film
Bugün yeni bir rol için uzaklara gideceğini öğrendim senden."Hadi hayırlısı" demek isterdim ama artık soylememeye çalışacağım bu kaderci lafı.Sanki bu durumlarda soylenecek başka laf yokmuş gibi bunu soyluyor milet!

Yaşa abi rölünü!Ben olsam öyle yapardım.
Neyse,"hadi hayırlısı!"
( Tüh ağzımdan kaçtı! :-))
Yazan:kemençeci :) | Tarih: 2006-10-07 13:06:23
Konu: son sahne
bunu eskiden de okumuştum, yanlış hatırlamıyorsam sanki sonu değişikti.o zamanda çok etkilenmiştim tıpkı şuan gibi gözlerim ışıldamıştı...
yüreğine sağlık, az kaldı dayanamayıp bende giricem şu blog olayına... kıskanıyorumm
Yazan:zuleyla | Tarih: 2006-10-08 01:48:59
Konu: ***
çok güzel olmuş Yec...ellerine kollarına yüreğine sağlık...(bu yazıyı ta ilk yazdığında okudum ha, ben biraz yorum özürlüyüm de:)
bunu okuyunca dedim ki kendime:
Hepimiz oynuyoruz kardeşim...
Yazan:eryol | Tarih: 2006-10-08 02:35:24
Konu: herkes
Herkes kendi filminin başrol oyuncusu değil midir zaten. Bu gerçeklik değil midir kişileri zamanla bencilleştiren ve fakat aynı zamanda özeleştiri yaptırtan. Sınırları doğru çizebilen için çok doğru bir tespit değil midir.
Elinize, dilinize sağlık, gerçekten akıcı ve dolu dolu bir yazı olmuş, tebrikler.
Yazan:farmau | Tarih: 2006-10-09 02:54:19
Konu: *
kurgu müthiş...Çok güzel olmuş...
Yazan:dauntless21 | Tarih: 2006-10-10 00:15:24
Konu: Kurgu dediğin,
böyle olur...
tebrikler...
Yazan:hicasliyok | Tarih: 2006-10-11 16:34:53
Konu: Bitti.
Yazı bitince "Niye bitti." diye ağlayacaktım nerdeyse, belki fondaki şarkının da etkisi vardır bilmiyorum. Akıcı olduğu konusunda hem fikiriz. Hatta sadece akıcı değil "Sürükleyici" de olmuş aynı zamanda.
Tebrikler!
ASLI

Hiç yorum yok: