15.04.2008

Göç Mevsimi


Yazı Piazzolla' nın Libertango' su eşliğinde okunacak... Yazarken de aynı müzik çalıyordu, hatta müziğe göre yazdım desem başım ağrımaz. 

(Not: Aşağıdaki müzik çalma kodu blogger dışı bir siteden yayın yapıyor. Şu anda görünmüyorsa insaniyet namına haber verin)



Son dakikada yenen meşhur ıslak hamburgerlerin ardından servisin geleceği otobüs yazıhanesinin önünde yerimizi almıştık. Son altı aydır bu işi öyle çok yapmıştım ki, doğduğumdan bu yana elimde valizimle o şehir senin bu şehir benim dolaştığıma inanabilirdim.
  
Okyanusun öte yanından gelen uçağın iç gıcıklayıcı bir sesle memleket topraklarını öpmesiyle başlamıştı maceram. Öyle ateşli bir kavuşmaydı ki bu, tekerleğin bir kısmı o günün anısına 2 numaralı pistte bırakıldı. Sonra sırayla, Manavgat, Belek, Antalya, Denizli, Bodrum, Didim... Çoğu iş, azı arkadaş, eş-dost görüşmesi. Çanakkale, İpsala, İpsala, Çanakkale...
 
>>

Yurda geliş aslında kısa bir tatil gibi olacak, vizeyle ilgili pürüzler giderilip bir iki ay içinde dönülecekti. Lakin, evdeki hesabın çarşıya uymayacağını söyleyen atalarımızı haklı çıkarmak için birşeyler yapmak gerekti. Planlarımızı aşama aşama aksatmaya başladık. Atasözlerimizi başka türlü nasıl yaşatabilirdik dostlar? Komşumuza gidip "bir fincan külün var mı şekerim, çok muhtacım bu aralar" demeseydik yüzlerce yılda biriktirdiğimiz kültür mirasımıza ihanet etmiş olmaz mıydık? Çok şükür dedik bunu... Kül yerine kahve aldık orası ayrı.

İki yıl kuralı, diye meşhur bir kural var. Bilenler bilir, bilmeyenler de Gugıl Beyfendi' ye sorabilir. Özetle, devlet bursuyla Muz Cumhuriyeti' ne giden evlatlarımızın iki sene boyunca yurtta kalmadan tekrar gitmelerine müsade etmeyen bir kuraldır. Devletimizin kendi eliyle okuttuğu vatan evlatlarını göçmen kuş misali başka diyarlara salmama arzusundan kaynaklandığını sandığım bu kural, her nedense devlet bursu almayanlara da uygulanır olmuş. Anladığınız üzere talihlilerden biri de benim. Talihli diyorum çünkü bu iş sayısal loto kıvamında, başvuranların bir kısmına uygulanırken bir kısmına uygulanmıyor. Aynı koşullara sahip arkadaşlarımda görmediğim "tu yiırs ruul eplayd" ibaresi ne yazık ki benim vizemde var. Eee ne yapmak lazım? Bol miktarda Ankara, tok karnına İzmir, Bornova... Devletten burs almadığını kanıtlamak yine sana düşüyor vatandaşçığım, koskoca devletini böyle birşey için uğraştıracak değilsin ya!

Zaten hazırda beklemekte olan valizimi alıp Dış İşleri ve Milli Eğitim Bakanlıkları' nın yolunu tutuyorum. Oradan Kredi ve Yurtlar Kurumu' nun genel müdürlüğüne uğrayarak, ödemiş olduğum fakat devletimin haberi olmayan o harç- katkı kredileriyle ilgili bir tomar kağıt topluyorum. Kağıtları vücudumun çeşitli yerlerine tükürükle yapıştırarak oynaya oynaya İzmir' e varıyorum. Bu şirin kentimizin kapısında Ege Üniversitesi Rektörü karşılıyor beni. Elini öper öpmez "Üniversitenize takmış olabileceğim bir takım borç şüphesiyle buraya geldim. İzmir çok güzel, efeler diyarı" diyorum. "Evladım" diyor. "Sen mezun olalı çok zaman geçti, evraklarını öğrenci işlerinin bodrum katına kaldırmıştık ama geçende su bastı orayı. O zamandan beri inemiyoruz, al şu çizmeleri de bir göz at bakalım" diyor. Üniversite içinde sekiz farklı merciden sekiz farklı imza alıp iki hafta içinde tamamlayabiliyorum belgeleri. Çizmeleri rektöre geri teslim ediyorum. İzmir, Çanakkale, Çanakkale, Çorlu, Keşan, İpsala, İpsala, Keşan...

Bütün bu kağıtları preste sıkıştırıp tek bir belge haline getiriyoruz. Üzerinde "Adı geçen zaatın allah' a can borcundan başka herhangi bir kayıtlı borcuna rastlanmamıştır, kendisini size havale ediyoruz" yazıyor. Siz dediği Azrail değil Amerika Birleşik Devletleri... Belgemiz Dış İşleri Bakanlığı kanalıyla bu sefer Amerika' ya uçuyor. Mayami, Vaşintın, Nuyork... Orada da bir buçuk aya yakın gezdikten sonra bu sefer ingilizce olarak geri geliyor "Vallahi de yok, billahi de yok borcu" Tamam. Çok şükür. İki yıl kuralı kalktı. Ama bu arada beş ay geçti tabi, beni hala eski işime kabul edecekler mi? İş yerini arayarak rica minnet tekrar kabul ettiriyoruz kendimizi. Sevilen adammışız çok şükür. Bu sefer daha uzun süreli bir çalışma vizesi almak üzere İstanbul' daki ABD konsolosluğunun yolunu tutuyoruz. Çanakkale, İstanbul... Taksim, Şehremini, Şişli, İstinye, Taksim...

Köşedeki Kızılkayalar büfesinden buharla yumuşatılan, soslu ıslak hamburgerlerimizi sipariş ediyoruz. Yiğit ve ben. Servisin kalkmasına on dakika var. Yiğit evinde kaldığım arkadaşım. Sağolsun beni geçirmek üzere buralara kadar gelmiş. Limonataları da kafaya diktikten sonra koşa koşa otobüs yazıhanesine yetişiyoruz. Çantasından bir şiir kitabı çıkarıyor. Çantasından şiir kitabı çıkarıp ayak üstü okuyan insanlar pek azaldığı için kendimi şanslı hissediyorum. "Sen okumak ister misin, yoksa ben mi okuyayım?" diye soruyor. "Sen oku" diyorum. Elimde valiz, gözlerim serviste olduğu halde kulak veriyorum. 


Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim, dedin
bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
-bir ceset gibi- gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.

Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.

      (Konstantin Kavafis)
Boğazımda birşeyler düğümleniyor. Elimde ağırlaşan valizime bakıyorum, beni farklı kimliklere büründürme sözü veren renk renk kıyafetlerimi sarmalamış. Konuşmuyor. Hani tam o anda dikkatini başka bir şey çekmiş te ona bakıyormuş gibi yapıyor. Servis geliyor, her zamankinden daha telaşlı ve daha yaygaracı...

Esenler, Silivri, Tekirdağ, Keşan, İpsala...

Bir sonraki yazıda sizlere Florida eyaleti, Mayami şehrinden ses vereceğim. Ayın 18' inden itibaren, uzunluğunu net olarak kestiremediğim bir süre, o aslında başka olmayan bildik şehirlerde dolanacağım. Kendimi tekrarlamak, biraz daha yaşlanmak ve Atatürk Havalimanı' nın 2 numaralı pistinde yeni hatıralar bırakabilmek için.



ÖNCEKİ YORUMLAR: 

Yazan:atalet | Tarih: 2008-04-15 20:56:48
Konu: ..
gitmeden hüzünlenmişin yecim..
gitmeden sıla hasreti basmış..
iyi yolculuklar.. sana..
biz bekleriz senin yazmanı
.........
Dönüp okuyunca bana da öyle geldi valla. Ama yok bu sefer o kadar dramatik bir durum yok, ikinci tecrübemiz artık. 
Yazan:farmau | Tarih: 2008-04-15 23:12:26
Konu: *
Şimdi benimde boğazımda takıldı kaldı bişiler.Tekrar gelip yazacağım.Yolun açık olsun....
.........
Yolum az bulutlu ama açık oldu farmaucum, bulutların üzerine çıkınca cayır cayır bir güneş geldi. Teşekkür ederim.
Yazan:dolphinblue | Tarih: 2008-04-16 14:03:47
Konu: ...
gelecek maceranı sabırsızlıkla bekliyorum efendim :P
.........
evet ben de sabırsızlıkla bekliyorum, dolfincim, teşekkürler...
Yazan:hbasak | Tarih: 2008-04-18 13:12:02
Konu: :)
güle güle git, güle güle gel... Dönüş için çok fazla yaşlanmayı bekleme e mi?
.........
Her geçen saatte bile yaşlanıyorum ben başakçım, öyle birşey demek istedim yani. Peki :)
Yazan:oyanindunlugu | Tarih: 2008-04-21 14:19:45
Konu: özlem
bazı batıllarım var kendimce..
o yüzden sen gitmeden,
yorum morum yazmak istememiştim..
gittin ya,
artık bana da yorum yazmak serbest :)
(burda sevinmek lazım)

zorlu olmuş Yec,
ama olmuş ya işte..

ve çok güzel özlem kokmuş bu yazı..
acı acı değil..
keskin ama tatlı..

bu toprağı acı acı özletme..
olur mu?
..........
TRT Gap ta yayınlanan "Bu toprağın sesi" programı geldi şimdi aklıma Oya. Ne güzel bir purooğramdı o. Onu izleye izleye ya çiftçi olacaktım ya da ziraat mühendisi. İşte ben ikincisini olup golf sahası peşinden buralara geldim :) Herşey o purooğram yüzünden.

Hiç yorum yok: