4.02.2010

Haydi Beyler Günaydın!

 
Ayakta olan beylerin uyuyan beylere hitabı bu. Ayaktakiler o gecenin nöbetçi çavuşları; uyuyan beyler de biz oluyoruz. O günkü mesaisine gitmek üzere kalkması, giyinmesi ve gözlerindeki çapağı sıcak suyla temizlemesi gerekenler... Şimdi şikayet etmenin anlamı yok, keyfimiz yerinde. 24 saat sıcak var. Kişisel ve perdesi olan duşlardan bahsediyorum. Hamam tasıyla kafaya su dökmek yok. İşimiz de güzel, orduevindeki memurlar gibi çalışıyoruz; tek farkı mesai sonrası ev yerine koğuşlara dönmek. Askerlik çok zor değil, yeter ki şu "başlıktaki" gibi uyandırılmayalım. Hele küçükken anfi yutmuş o bariton sesli asker tarafından hiç uyandırılmayalım. Birileri koğuşa girip "haydi uykucu tembeller işe geç kalacaksınız, komutanın poponuzu pataklamasını istemiyorsanız lütfen hemen kalkıp giyinin" gibi kötü bir dublaj türkçesiyle uyandırsın. Ya da başka saçma cümleler kursun, hiç farketmez... Yeter ki "Haydi Beyler Günaydın" la uyanmayalım. İki aydır her sabahın altısındaki kabusum oldu bu.

>>

Önceki yazıda bahsettiğim bir "boru-trampet" hadisesi vardı. Görev yapacağım birimin adı olarak daha acemilik döneminde bildirilmişti bana. Ve haliyle askeri bandoda görev yapacağımı falan sanmıştım. Meğer boru-trampet buradaki müzisyen topluluğunun genel adıymış. Şu ana kadar baterinin trampetinden başka trampet görmedim. Çeşitli çap ve ebatlarda borular gördüğüm oldu ancak onlar da nefesli enstürman sınıfında kabul edilmiyorlarmış. Bu gidişle bandoya ait hiç bir çalgı görmeden mezun olacağız. Diplomamızda da "boru-tarmpetçi er" yazacak. Allah göstermesin bir seferberlik halinde ya kazan dairesine ya mehteran takımına çağrılacağız. Her iki ihtimali de düşünmek lazım, bu çarşı iznimde bir ingiliz anahtarı satın alıp boş zamanlarımda çalışmak istiyorum.

Subay orduevinde görevliyim. Farklı müzik kültürlerinden gelen sekiz kişilik bir kumpanyayız. Her gece üç-dört farklı mekanda sahneye çıkıp "hak sahiplarini" eğlendirmek gibi bir görevimiz var. Hisseli Harikalar Kumapanya' sından daha harikayız. O haftaki program ne gerektiriyorda o şekilde bölünüp müzik yapmaya gidiyoruz. Gidiyoruz ama ne çalacağımıza sahnede karar veriyoruz. Bazen de karar veremiyoruz... Bir fasıl grubu, bir pop müzik ve bir de türkü grubu var. Ben çoğunlukla popçularla klavye çalıyorum, onun dışında da davet-kokteyl gibi etkinliklerde tek başıma enstürmantel müzik yapıyorum. Bir dijital bir akustik olmak üzere iki piyanomuz var. Tabi iş müzisyenlikle bitmiyor. İçinde çalıştığımız çok amaçlı salonun tüm temizliği bize ait. Periyodik subay ve astsubay baskınlarıyla en yakındaki viledanın sapına yönlendiriliyoruz. Yerleri paspaslamayınca moralimiz yerine gelmiyor. Tuğlalara ulaşmak üzere duvarları haftada iki kere Skoç Brayt ile ovalıyoruz. Bu hızla gidersek nisan başı gibi tüneli tamamlayacağız. Özellikle bir noktaya çok yüklendik, orada delik açıp deliğin üzerini "Esaretin Bedeli" filmindeki gibi posterle kapatmayı düşünüyoruz. Şimdilik Hülya Avşar mı olsun, Sibel Can mı olsun diye tartışmaktan öte gidemedik ama eninde sonunda bir poster alacağız. Solist arkadaşın "Yurtseven Kardeşler Posteri" önerisini ciddiye almadık.

Müzisyenlerin yan işlerinden bir diğeri de üst kattaki restoranda garsonlara yardım etmek olarak belirlenmiş. Hafta içi her gün 11.30 - 13.00 arası. Yardım etmek dediğime bakmayın resmen garsonluk yapıyoruz. Kasadan yemeğini alan omzu yıldızlı komutana yaklaşıp "müsadenizle yardım edeyim komutanım" diyoruz. Komutanlar her seferinde kabul ediyor bu içten yardımı. Yemek dolu tepsiyi gideceği masaya kadar götürüp tepsinin dengesini bozmadan tabakları tek tek indirmeye çalışıyoruz. Aslında garsonların bu aşamada devreye girmeleri gerekiyor ama o anda arazi oldukları için bu işi terler dökerek biz üstleniyoruz. Sağ ve sol baş parmağım ve kravatım dışında hiçbir şeyimi çorba kasesine daldırmış değilim. Ve bu başarılı bir servis olarak kabul ediliyor müzisyenler arasında. Varın halimizi siz düşünün. Ama yine de bu görevden kurtulamıyoruz. Komutanlar, prova yapıp müzik çalışmamızı fuzili bir iş gibi görüyorlar. Usta müzisyen her koşulda çıkıp çalarmış, ezogelinli kravatla bile.

Tabi bütün bunlar genel askerlik konsepti içinde şikayet olarak sayılamaz. Şanslıyız ve bunun bilincindeyiz. Ne tüfekle, ne nöbetle, ne de tipik asker üniformasıyla işimiz var. Kumpanyacıyız. Banttan müziğin kesildiği her anda canlı müzikçiler olarak sahneye atlamaya hazırız. Oyun yeri dar gelse bile oynamaya, oynattırmaya mecburuz.

Geçenlerde apar topar çağırdılar beni servisten. Yine çorba kasesiyle cebelleştiğim bir andı. Normalde subayların saç kestirdiği berbere götürüp güzelce traş ettirdiler. Normalde asker kafasına tarak ve makas değmez, makinayla koyun postu gibi kırparlar. Kuşkulandım tabi. Kurbanlık koyunlara has bir heyacan kapladı içimi. Oradan terziye aldılar. Şöyle temiz beyaz V.I.P gömlek verdiler. Normalde siyah gömlek giyiyoruz. Allah allah derken ağızdan baklayı çıkarttılar. Oramiralin konutunda parti varmış ve ben oradaki kuyruklu piyanoda klasik müzik çalacakmışım. Oramiral dedikleri Donanma Komutanı. Ağustosta kuvvet komutanı olması beklenen amiralimiz. Beni daha da bir heyacan bastı. "Komutanım bir banyo yapayım" dedim. "Ona vaktimiz yok hemen gideceksin" dediler. Ensemdeki kıllarla ve elimdeki notalarımla beraber beklemeye başladım. Hemen kapının yanında bekliyorum ki beni almaya gelecek araç kolayca görüp vakit kaybetmesin. Öyle de acelemiz var. Bekledim, bekledim, bekledim. Altı saat geçti gelen giden yok. Saç kılları ensemden sırta indi, yok. Ne araç var ne de bir işaret. Bu olayın üzerinden üç gün geçti ben ve ben hala bekliyorum. Gömleğim dolapta. Düğmeleri gözükmeyen V.I.P gömlek. Bir gün elbet çağıracak beni amiral...

İnterneti sadece çarşıya çıktığımda kullanabiliyorum. Bu Gölcük' teki üçüncü çarşım ve nihayet bir yazı yazma fırsatım oldu. Maksat eşimiz dostumuz bilgilensin, durumumuz hakkında üç aşağı beş yukarı bir fikir sahibi olsun. Şimdi internetten çıkıp kısa saçlı asker sürüsüne katılmaya hazırlanıyorum. Afrika çöllerindeki antilop sürüsü gibi gruplar halinde geziyoruz. Biri gelse de belgeselimizi çekse ne kral olur. Annemler Neyşınıl' dan izler.

Sevgiler ve saygılar.

5 yorum:

Portia dedi ki...

Yazı için görsel destek de bekliyoruz. Romantik fonlu, kısa saçlı fotolar vs. Sağlıcakla kal...

gibi dedi ki...

Nasıl da özlemişim:)Keyfinin yerinde olmasına da çok sevindim. Ama bak o çorbaları yiyenlerin yerinde ne kadar olmak isterdim o tartışılır. Hem garson, hem müzisyen, hem tünel işçisi daha ne ister insan . VIP gömleğinle bir foto bekliyoruz hakikaten:)
sevgilerle..

Şarküteri dedi ki...

Bu yazı ile ilgili bazı şikayetler aldım sansür kurulundan. Ki genel müdürlüğünde babam oturuyor. Askerlik hakkında kötü şeyler yazma, diye kulağımı büktü. Böyle gizli bir anlaşma var askerliği görmüş geçirmiş olanlar arasında. Askeriyede yaşanan orada kalır gibisinden. Doğrudur ama ben işi mizahla harmanlayıp kendi özel penceremden vermeye çalışıyorum. Kimseyi askerlikten soğutmak gibi bir amacım yok. Kaldı ki ulusal bir gazetenin falanca köşesinde yazan biri değilim ki, şurda on onbeş kişi laflıyoruz kendi aramızda. Babamın algıladığına benzer bir algısı olan benle paylaşabilir. Askeriyenin işleyişinden çok buradaki askerlik kültürü hakkında yazmak derdindeyim. Üç aşağı beş aşağı bu ayarda devam edecek yazılar.

Saygılar.

Müdüriyet.


PORTİA:
Lise fotoğraflarımdan koysam iş görür bence. Kısa saçlı, sakalsız ve romantik.

GİBİ:
Gibicim buraya fotoğraf makinası ve telefon sokmak yasak olmasa bir şekilde ayarlardık. Ama tüneli tamamladığımzda içeri her türlü araç sokacağız sanıyorum Niye? İçine kravat düşüyor diye mi? Vallahi yapacak birşey yok. Geçende çatal ve bıçağın yerlerini karıştırdım diye de fırça yedim.

gibi dedi ki...

Askerlikten soğutmak yerine epey teşvik edici bence de paylaşımlar. İnsanın alsalarda askere gitsem diyesi geliyor:)Müdüriyete duyrulur, selamlar sayglar sunulur..
Gitmeden önce yemekteyiz formatında bir kaç program izleseymişsin faydası olacakmış demek:)

Şarküteri dedi ki...

GİBİ:

Valla bence de öyle hakkaten. Buradan askerliğini yapmamış tüm erlere bir kez daha sesleniyorum. Gelin yapın olm, bu askerlik çok kral bir şey. Yemekteyizi hiç takip edemedim, çok şey mi kaçırdım acaba?