4.07.2007

İndipendıns Dey


BÖLÜM 1

İki gün önce iş yerindeki bir Amerikalı stajer arkadaş bana 4 temmuz da ne yaptığımı sordu. "4 temmuzun özelliği ne ki?" diye soruyla karşılık verdim. "4 temmuz ABD' nin bağımsızlık günüdür, her 4 temmuzda çılgın partiler yaparız biz" diye yanıtladı. Yahu, bu ABD bağımsızlığını kime karşı kazandı ki, kutlamasını yapıyor?.. Ve ekledi "eğer bir planın yoksa seni, ailecek yapacağımız ev kutlamasına bekliyorum"

Bağımsızlık gününü evde ailece kutlama fikri tuhafıma gitti doğrusu. Bunca yıllık Türk vatandaşıyım, bugüne kadar kimse beni evine Cumhuriyet Bayramı kutlamaya davet etmedi. Acaba bana mı denk gelmedi diye merak ediyorum, size hiç bir arkadaşınız yaklaşıp "Dostum, 29 Ekim Cumartesi evde yapacağımız Cumhuriyet Kutlaması' na davetlisin, program Ata' nın sevdiği türkülerin babam tarafından yorumlanmasıyla başlayacak, kardeşlerimin sergileyeceği halk oyunu gösterisinden sonra annem, cumhuriyetin ilanını temsilen balkondan beyaz güvercin uçaracak. Törenin son bölümünde ise senin de katılımlarınla balkondan kuş kakası temizleyeceğiz" dedi mi? Sanmıyorum...
   
>>

Bizim golf departmanının asker ocağı gibi olduğundan bahsetmiştim sanırım. Eğer beni evindeki kutlamaya davet eden arkadaş, 60 erkeğin arasındaki tek bayan arkadaşımız olmasaydı benim zaten gideceğim yoktu bu indipendıs deye falan. Valla bak... Hem bizim törelerimizde de alınan davete icabet etmek gerektiğinden bahsedilir, bilirsiniz.

İki saat içinde çıkıp ilgili adrese gidiyorum. Merak etmeyin resepsiyonda bir Türk Başkonsolosu kadar aristokrat ve mesafeli olacağım. Kendi çıkarlarımı şu kadar olsun ülke çıkarlarının önüne koyarsam ayaklarımı vatan toprağına basmak kısmet olmasın! (Bu çok iddialı oldu be, korktum vallaha) Ve gördüklerimi en kısa zamanda bu yazının devamında anlatacağım.

BÖLÜM 2

Duşumu alıp saçlarımı taradıktan sonra sıra, en az buruşuk olan gömleği bulmaya gelmişti. Fakat en az buruşuk olan gömleğin kabul edilebilir sınırlar içinde olmaması, beni en az başvurduğum yola sevkedecekti... Ütüyü yeni gelin misali elime aldım... Hımm, bu aletin odun kömür atmak için bir kapağı yoktu. O halde ihtiyacımız olan ısı enerjisini başka bir şekilde üretiyor olmalıydı. Evet, tabi ya, tam düşündüğüm gibi, aletin arkasından çıkan uzun kablo bir elektrik kablosuydu ve onu prize taktığımız vakit küçük çapta bir mucizeye şahit olmak işten bile değildi... Hayretler içerisinde gömleğimi ütüledim.

Arkadaşımın, evini bulmam için çizdiği krokiyi ve daha önceden hazır ettiğim bir şişe Fransız şarabını aldığım halde evden çıktım. Hava neredeyse kararmak üzereydi. Havanın kararması benim için değil de, özenle hazırladıkları havai fişeklerini ateşlemeyi bekleyen Amerikalılar için çok büyük bir önem taşıyordu. Arabaya bindim ve kontağı çevimeden önce bir süre bekledim, bu yemekten önce edilen dua gibi oldu adeta. Bin ikiyüz dolara aldığım sevgili arabam Kia, üç aydır tık demeden çalışıyordu ya, çok şükürdü... Biliyordum ki bir tık dese, en basit tamir masrafı bile araba fiyatının üçte birinden başlayacaktı. (Geçenlerde arabayı komple boyatmanın fiyatını sormuştum. Ustanın bana verdiği rakam, benim, arabanın eski sahibine verdiğim rakamdan daha fazlaydı. Arabamın "sadece" bin üç yüz dolara yepyeni gözükeceğini söyleyerek gururlanmıştı da...) Kontağı çevirdim.

Yolda giderken şehrin gece trafiğinin her zamankinden daha hareketli olduğunu gördüm. Mayamililer kendilerine en yakın stadın ya da parkın yolunu tumuşlardı. Çünkü havai fişek gösterileri bu tür kamuya açık alanlarda düzenlenecekti. Bu arada Mayamililerin pek azı film yıldızı, kahraman polis, uyuşturucu kaçakçısı, patenci kız ve filamingo kuşuydu... Mayamililer' in pek çoğu senin benim gibi insanlardı. Haa, gayri safi milli hasılaları yüksekti azcık ama olsun, yine de filmlerdeki şaşalı hayatı yaşayanlar, benimle birlikte trafikte sıkışıp kalan bu insanlar değildi. (Bugünkü dersimizde di' li geçmiş zaman üzerinde durduk sevgili öğrenciler, öğrendiklerimizi tekrar inceleyelim: Standın ya da parkın yolunu tutmuşlardı... Kamuya açık alanlarda düzenlenecekti... Bu insanlar olamazdı....Filamingo kuşuydu...)

 BÖLÜM 3

Kendi tecrübelerime dayanarak diyebilirim ki, yanınızda basit bir pusula, harita ve depoda yeter derecede benzin olduktan sonra Mayami şehrinde kaybolmanın imkanı yoktur. Eğer siz de benim gibi "hadi len şimdi bi de pusula mı alacaz?" diye düşünenlerdenseniz, kuvvetle muhtemel yine benim gibi beyninizin ilkokul kanallarına gereksiz yere abanacaksınız demektir:

- Cami kapısını geç.
- Minare şerefesinin kapısını da geç.
- Kutup yıldızı görünmüyor, hava kapalı.
- Karınca yuvasında toprakların yığıldığı taraf, bunu da geç.
- Ağaçların yosun tutmuş tarafı, şimdi ağacı nerden bulucaz?
- Güneşin battığı tarafa dönersen sol el işaret eder, eder de hava
çoktan karardı yahu!
- Bir tane daha olmalı, gece şehrin ortasında bir otoyolda yön bulmak
için bir ipucu daha...

Peki yönleri bulmak niye bu kadar önemlidir? Önemli, çünkü adamlar yolları inşaa ederken hepsine gittiği yöne göre isim vermişler. Kuzey 87' inci Cadde, Güneybatı 36' ıncı Bulvar gibi... Peki madem yollar üzerinde yazan yönlere gidiyor, o halde niye kaygılanıyoruz ki, basalım gidelim... Basalım gidelim de sayın okur, şöyle bir sorun oluyor; Kuzeye giden bir yol aynı zamanda güneye de gidiyor, yola hangi yönden gireceğini bilmek için ya tecrübe ya da pusula lazım... Üzerine yazmıyorlar mı kuzum, bu taraf güneye, bu taraf kuzeye diye... Sevgili okur bazen yazmıyorlar bazen de sen göremiyorsun, bu arada "kuzum" hitabını hiç sevmedim. Ne olacak canım, sevdiğimizden dedik. Deme sayın okur, hazetmiyorum ben. Ay tamam tamam peki, sana da birşey söylenmiyo. Yani şurda tatlı tatlı birşey anlatırken konuyu geriyorsun okur. Ne gerdik ya, sadece anlamadığımız yerleri sorduk. Sormaycan, ben izin vermeden lafa girmeycen, konuyu dağıtıyon. Tamam ayol. Ayol da yok!

Bu kadar kolay adres bulunabilen bir ülkede eksik olan şey ise, insanların birbirlerine adres sormasıdır. Hiç bir Amerikalı -kazayla adres sormuş olsa bile- "Kliseden sağa dön, üçüncü ışıktan sol, orada kime sorsan gösterir" şeklinde bir karşılık almış mıdır, merak ediyorum. Bunu çok merak ediyorum gerçekten... Diyorum ki, herşeyin bu kadar kolay bulunması o şehirdeki yalnızlığı arttırmaz mı? Arttırmaz mı acaba sayın okur?... Düşünsene caddelerde bir ton araba, hepsi de kendinden emin bir kibirle, bir an önce varmaları gereken o noktaya varmaya çalışıyor ve hiçbiri yolunu bulmak için bir diğerine muhtaç değil. Bu düpedüz yalnızlık değil de nedir?... Ve hiçbir market sahibi, hiçbir gerekçeyle, cevap vermekten bıkıp ön camına " Gül Medrese 100 m aşağıda, soru sorma devam et" diyen bir tabela asmak zorunda da kalmaz bu harikalar ülkesinde. Bana küstün mü sayın okur? Niye konuşmuyorsun? Tamam, deminki çıkışım biraz sert oldu, bir an kontrolümü kaybettim. Aslında öyle demek istemedim, hadi ver elini de barışalım. Özür dile. Özür dilerim. Bir daha böyle gereksiz hayvanlıklar yapmayacağım, de. Bir daha böyle gereksiz hayvanlıklar yapmayacağım. Bir daha okuruma karşı fevri hareketlerde bulunmayacağım. Bir daha okuruma karşı fevzi hareketlerde bulunmayacağım. Fevri. Fevri... Barıştık di mi? Bilemiyorum, birden yüz seksen derece fikir değiştirmen çok tuhafıma gitti. Hatamı anladım. Anladın ama bu kadar da şey olunmaz ki. Ney? Dönek. Bana dönek mi demek istiyorsun? Sanki biraz, hafif. Kalbimi kırıyorsun ama. Sen bayağı yumuşadın yav. Ehh, bu devirde okuyucu bulmak kolay mı, okuyucumun güvenini kaybetmektense para kaybetmeyi tercih ederim. Hangi para? Ya, lafın gelişi işte...

İşte, elimde arkadaşımın çizdiği krokiyi tutarken, aklıma şehirlerin yalnızlığı ile ilgili böyle fikirler geldi. Saolsun kendisi, evinin yolunu çizdiği krokinin bir yanına da kocaman harflerle dört ana yönü kondurmuştu kondurmasına da, ben o kağıdı gerçek dünyaya nasıl konduracaktım orası karışıktı. O sırada yeşil ışık yandı. Elimdeki kağıdı bıraktım, tekrar yola konsantre olmak zorundaydım.

BÖLÜM 4

"Anam!" dedim... İnsan bir süre başka bir dili konuşmaya adapte olsa bile aniden gelen ünlem cümleleri safra kesesinin öyle bir yerinden kopuyor ki, durdurabilene aşkolsun. 

"Anam" dedim... Zaten durdurmaya da niyetimiz yok orası ayrı ama hani bir ortamdaki tek Türk olunca komik oluyor; Herkes ingilizce hayret nidaları yükseltirken, sen orda kendini tutamayarak "ohaa" "yuuh" gibi sesler çıkartıyorsun. Şaşırmanın da tercümesi yok ya, herkes anadilinde şaşırmalı zaten, aksi takdirde yapmacık oluyor. 

"Anam" dedim, ilk havai fişek büyük bir gümbürtü ile patlayınca... Bu kadar yakında patlayan bir fişek görmemiştim daha önce, görmeyince de duymamıştım haliyle...Gökyüzü gökkuşağı renginde aydınlandı... Anlaşılan Doral Park' taki gösteri az önce başlamıştı. İşin tuhafı bu patlayan ilk fişek, birtakım Amerikalılar üzerinde, bizdeki cuma günü okul bahçesi önünden geçerken çakılıp kalma etkisine benzer bir etki yapmıştı. Nedense beni hep ekmek almaya giderken yakalamış olan bu cuma İstiklal Marşları, sanki bu sefer bir havai fişek kılığında Amerikan vatandaşlarını etkisine almıştı. Artık saygıdan mıdır, yoksa milli duygularının kabarmasından mı bilmiyorum ama bazı sürücüler trafikte seyir halinde olmalarına aldırmadan zınk diye çakılıp kaldılar oldukları yere. Ama ben duramazdım, benim bir an önce davet edildiğim yere gitmem ve yılan hikayesine dönen bu yazı dizisini sonlandırmam lazımdı. Hemen kornaya bastım. Bu bana gerçekten iyi geldi. Yeşil ışığı farketmeyip arkamdaki araçlardan yemiş olduğum tüm ikaz klaksonlarına pek yerinde bir cevap vermiş oldum. Kendimi ne kadar tebrik etsem azdı. Daha sonra bir miktar daha tebrik etmeye karar vererek gaza bastığım gibi fişeksever Amerikalılar' ın arasından sıyrıldım. Hayır olamazdı bu, daha anca bir paragraf yazmıştım... Bu bölüm burada bitemezdi. Hayır, hayıııııııııııııııııııır!

BÖLÜM 5

Kandırdım lan, bitmedi. Yazmaya devam. Sokak aralarından çıkıp Palmetto Ekspres Vey' e vurunca bir de ne göreyim, atom bombası mantarı misali havai fişek bulutları sarmış şehrin dört yanını... Radyodan duyduğuma göre bu havai fişek gösterilerinden bazıları müzikle eşzamanlı olarak tertipleniyormuş. Yani, fişekler müziğin ritmine, es' lerine ve duygusal atmosferine uygun olarak patlıyormuş. Fakat radyodan o anda duyulan müzik, bana uzak bir yerde yapılan gösterinin müziği olduğu için benim için pek fazla bir anlam ifade etmiyordu. Ben de kafamda ışıl ışıl fişekler hayal ederek bu müzik eşiliğinde sürmeye devam ettim.

Sonra kızın evine geldim (Yazar isteyince her şey mümkün) Valla geldim bak, yol mol bitti.

Gördüğüm manzara bir yerlerden pek tanıdık geliyordu, ama hemen adını koyamadım. Önce arabamı koyaydım zaten... Evin tam karşısında boş bulduğum bir bölgeye yanaştım. Elime şarabımı alıp dışarı çıktım. Golf sahasından stajer arkadaşım Lori, iki elini yana açmış bana doğru koşturuyordu. Daha önce sürekli üniforma içinde görmüş olduğum bu kızcağızın günlük giysileri içinde çok daha güzel göründüğünü farkettim. Ben de onu karşılamak üzere kollarımı iki yana açmak üzereyken duyduğum o cümleyle çarpıldım.

- Dursun!
- Efendim Ferruh Abi?
- Beyhude yoruyosun kendini be oğlum, iyi sayaç az çalışır, yoksa ekonomik olmaz.
- Peki, nedir abi bu işin sırrı?
- Yoğuşma.
- Ne işme?
- Yoğuşma, yoğuşma... Kombiyi kombi yapan yoğuşma özelliğidir.
- Bu neymiş ya? Ya yoğuşma neee?
- Yani Ferroli bi gazı iki kere yakıyo anladın mı?
- Anladım.
- Yalan söylüyorsun, anlamadın.
- Anlamadııım!
- Kombili bili bili bom bilibom, kom bili bili bili bom.

Ferroli kombiler şimdi Vörld karta 36 ay taksitle.

*
Kötüyüm ben, kötüyüm, kötüyüm, kötüyüm. Herkesi hasta ederim, ederim, ederim ben. İshal yapar, kustururum, bezdiririiiim. Haaaa? "Beş kat daha uzun süre... Haaaa, beş kat daha uzun süre hijyen mi? Mafolduk, beş kat haa, bu da yeni mi çıktı?"

- Yeni domestos ultra tuvalet temizleyici, beş kat daha uzun hijyen sağlar. Temizler, yüzde yüz hijyen sağlar.
***
(Ya sayın okur, biliyosun bir blog kolay dönmüyor, kirası elektriği falan derken cepten birsürü harcama gerektiriyor. Bu yazımın iyi reytink aldığını düşenen bazı firmalar, geri çeviremeyeceğim bazı reklam tekliflerinde bulundular. Ben de dediğim gibi geri çeviremedim. Şimdi kaldığımız yerden devam ediyoruz yazıya)

... Ben de onu karşılamak üzere kollarımı iki yana açmak üzereyken duyduğum o cümle ile çarpıldım.

- Yec, yu blok dı entırıns, yu kent park deer. (Girişi kapatıyorsun yec, oraya park edemezsin)

Aşağı yukarı her yazımda Amerikalılar' a giydirip duruyorum ama bu sefer olayı böyle yorumlamayacağım. Çünkü bazı kişisel davranışlarla toplumsal davranışları ayırmak gerekiyor. Sanırım ki dünyanın herhangi bir yerinde, davet edilen misafire önce "Merhaba, hoşgeldin" deme geleneği biz tüm dünyalılarca kabul görmüş bir gelenektir ve çok acil bir durum olmadığı sürece atlanmayacak bir aşamadır... Elimde şarap şişesi, gözlerimde şaşkın bir ifadeyle arkama döndüğümde, arabayı komşunun bahçesinin çıkış yerine park ettiğimi gördüm. Ama komşumuzun bir itfayeci ya da ambulans şöförü olduğuna dair bir kanıt yoktu ortada. Yani, arabayı herhangi bir zamanda çekip komşunun haklarını koruyabilirdik ama gelir gelmez -ilk saniyede- komşumuz adına yapılan bu telaşlı bekçilik girişimi şüphesiz ki hoş değildi. 

Elimdeki şişeyi kendisine uzatıp "Tamam çekiyorum şimdi" dedim. Şaraba bakarak "Bu ne?" dedi. Cevabımı çok net verdim:

- Şarap.

Teşekkür ederim, deyip şişeyle beraber kayboldu. Haydaaa, misafir ağırlama dersinin "misafir karşılama" alt başlığına koca bir sıfır verecektim... Sonra uğraşsın dursundu geçmeye. Yaz okulu da açmayacaktım.

Lori anne tarafından Kübalı, baba tarafından Amerikalı çekirdek ailenin tek kızıydı. Tek kız deyince tek çocuk gibi anlaşılmasın, zira kendisinin 5 (yazıyla: beş) adet erkek kardeşi vardı. Bu durumu ilk öğrendiğimde ailede herhangi bir üveylik olup olmadığını sormuştum. Yokmuş, çocukların hepsi de orjinal ev imalatı imiş... Hal böyle olunca kafamda anaç ve doğurgan bir anne imajı belirmişti. Bu biraz da hacimce büyük olan imaj, Lori' nin annesi ile tanışınca son bulacaktı. Zira kadıncağız benim annemden daha ufak tefek ve daha inceydi. Üstelik yaşlı bile sayılmazdı... Buradaki insanların çok genç evlendiğini biliyor muydunuz? Belki de işin sırrı erken evlenip çocukları üretim bandında seri bir şekilde yetiştiremekteydi, ne de olsa endüstriyel gelişimini tamamlamış bir ülkeydi burası.

Arabayı bu sefer sokağın başındaki boş arazinin önüne çekip hiçbir girişi kapatmadığıma emin oldum. Eğer helikopter pisti de değilse, dünyadaki hiçbir motorlu aracın giriş çıkışına mani değildim artık. Eve doğru yürüdüm, havada çok kuvvetli bir yanık ve barut kokusu duyuluyordu. Eveeet, ilk geldiğimde adını koyamadığım manzarayı şimdi daha net tanımlayabiliyordum. Bu 4 temmuz kutlamaları, bizim bayram el öpmelerinden kazandığımız tüm nakiti çatapat, mantar ve kızkaçırana yatırıp akşamları da binbir şekilde patlamalarımızdan başka bir şey değildi. Tek fark, burada patlatılan malzemenin daha kaliteli olmasıydı. Bir de buradaki kızkaçıran' cıların yaş ortalaması bize göre yüksekti biraz, yaşlı dedeler bile fişek peşinde koşturmaktan alamıyordu kendini...

- Merhaba Yec, hoşgeldin partimize. Seni arkadaşlarım ve ailemle tanıştırmak istiyorum.
- Olur tanışalım.
- Bak buradaki çocuklar beraber büyüdüğümüz arkadaşlarım. (Çocuklara dönerek) Arkadaşlar bakın bu Yec, benimle beraber staj yapıyor golf sahasında. Kendisi "Hindi" den geliyor.

Buradan Dış İşleri Bakanlığı Yetkililerimize ve Yüksek Meclisimize sesleniyorum. Lütfen artık bir çare bulup şu hindilikten kurtaralım kendimizi. Her tanışma faslında yaşanan bu tebessümlere ve şükran günlerinde (hindi kesip yedikleri gün) yapılan seviyesiz esprilere daha uzun zaman muhattab olmayalım. Bir de olayın uluslararası itibar boyutu var ki, oraya hiç girmiyorum. Girdim mi? Girmem.

- Selamlar, işte ben o ülkeden geliyorum. Tanıştığımıza memnun oldum...
- Şu fişek ateşlemekte olan benim ortanca abim, şurada bira içen küçük kardeşim. Annem masanın başında sohbet eden...

Valla güzel, uzaktan kumandayı ilk icat eden millet olarak nihayet uzaktan tanışmayı da icat etmişsiniz. Her alanda öndesiniz valla ne diyeyim size, insanlık için büyük ama benim için pek küçük bir alkışı hakkettiniz.

Çok geçmeden anladım ki bu parti sokaktaki bu gümbürtüden ibaretmiş. Yani evin içine geçmek, kendimize bir içki almak ve dahası dans etmek falan yokmuş. Zaten hafif te geç kalmışım gibi bir his oldu bende, bunu etrafta dolaşan sarhoş adamlardan çıkardım. Mangaldaki etler yenmiş, kafalar çekilmiş ve havanın kararmasıyla beraber fişek faslına geçilmişti. Ama benim suçum değildi ki, Lori beni bu saatte çağırdı. Allahtan, ne olur ne olmaz diye düşünüp karnımı doyurmuştum yoksa mangalın yağlı demirlerini yalamak zorunda kalacaktım.

Yine de benim için asıl can sıkıcı olan, evsahibi kızın sürekli ordan oraya koşturmasıydı. Benimle ilgilenmemesinden zaten geçmiştim de, bu hiperaktif koşturmalar iyiden iyiye başımı döndürmeye başlamıştı. Zaman zaman yerde torpil fitili yakmaya uğraşan çocukları uyarmaya koşan Lori, zaman zaman annesine yardım etmek üzere içeri giriyor, zaman zaman da kafayı hepten bulmuş komşu adamın oda spreyini tutuşturmak suretiyle yaptığı lav saldırılarını bertaraf etmek için çırpınıyordu. Şaka yapmıyorum, adam gerçekten de alev almış spreyle üzerimize doğru koşturuyordu. "Normalde böyle değildir, çok içti" diye yüreğime su serpti Lori sağolsun, ben de adamın böyle özel bir hobisi olduğunu düşünmeye başlayacaktım. Sırf laf olsun diye "sizin öbür tarafta oturan komşunuz çok daha sakin, baksana ışıkları bile kapalı" dedim. "O komşumuz değil, babam" diye cevap verdi... Meğerse, babası ve annesi ayrı evlerde yaşıyorlarmış. Ayrı değillermiş ama yine de birbirlerini uzun süre görmeye tahammül edemiyorlarmış. "Vay anasını!" dedim, bu kez içimden. Bu şaşkınlık ünlemini dışarı kaçırmak iyi olmazdı. Şimdi anlaşıldı olay, bu anne ve baba birbirlerini görmeye pek tahammül edemediklerinden dolayı altı çocuğu seri olarak dizdirip ilgilerini çocukları üzerine yoğunlaştırmışlar. Biraz garip bir yöntem ama...

Partinin geri kalan kısımları "aaaa, arkadaki ev yanıyor sanki", "Bırendın arabaya çok yakın yerde oynamayın evladım" ve "Ooo bakın bakın nasıl da yükseldi!" nidaları arasında geçti. Yangın konusunda bu kadar hassas olan, sokaklara iki adımda bir su tulumbası diken ve görme engelliler için bile kabartmalı yazılarla "BİR YANGIN TEHLİKESİNDE YANGIN MERDİVENİNİ KULLANINIZ" yazıları asan bir millet nasıl oluyor da, kendi bağımsızlığını kutladığı böyle bir günde en tehlikeli yangınlara davetiye çıkarıyor, anlamak mümkün değil. (Afferim, cümleyi öyle bir yaydın ki, toparlayamayacığından korkmaya başlamıştım) Ve bu anlattığım curcuna emin olun ki şehrin her yerinde yaşanıyor, herkes kendi bütçesine göre cephanesini düzüp, 4 temmuz gecesi kibriti çakıyor... Hatta fişeklerin kalitesi ve havada bıraktığı izler bile bir aile için övünç kaynağı bile olabiliyor.

Artık izin isteyip kaçmaya hazırlandığım bir sırada Lori elinde kocaman bir kutuyla çıkageldi. Uğrunda altmış dolar harcadığını sonradan öğreneceğim bu kutu, pek haşmetli bir "fayırvörks" havai fişek kutusuydu. Böyle bir şeyin havaya uçmak yerine yerde patlayabileceğini düşünmek bile istemedim. Hatta bir an önce, iyi geceler dileyip kaçmak en akıllıca seçenek olarak ortadaydı. Ama serde kibar bir adam olduğumdan dolayı sesimi çıkarmadım, bununla birlikte kutudan mümkün olan en uzak noktaya kaçıp saklanmayı da ihmal etmedim.


İşte yukarıda gördüğünüz bu kutucuk, kendisinden umulan tüm eğlenceyi kursaklarda bırakıp olduğu yerde keyifli keyifli yanarak üç dakika boyunca çeşitli renklerde alevler saçan kutudur. Kendisine demedim ama şayet Lori bu parayı bana vermiş olsa, ben ona iftar vakti patlayan harbici ramazan topunu ve "Onbir Ayın Sultanı, Hoşgeldin Ya Ramazan" yazan mahyayı getirirdim. Getirmezsem de en adi şerefsizdim dostlar...

- Lori, beni davet ettiğin için çok teşekkür ediyorum ama malum yarın erkenden işbaşı yapacağız. Bana müsade.
- Tamam yec, geldiğine ben de çok sevindim. Drayv seyfli piliis.
- (Yahu, bir lokma alkol mü ikram ettin de güvenli sürüşler diliyorsun?) Oldu canım..

Arabaya bindim, kontağı çevirdim. Tüm mahalle harp alanı gibiydi, boş kovanları çiğnememeye çalışarak anayola çıktım. Savaş sona ermiş, son piyadeler de yaralıların koluna girip evlerinin yolunu tutmuştu. Elim daha yeni çektiğim türkü sidisine gitti, hemen müziği başlattım.

Çalın davulları, çaydan aşaaya
Aman amaaan
Mezarımı kazın dostlar
Belden aşağayaa

Nerden çıktı şimdi bu diyeceksiniz? Özel bir nedeni yok, ne zaman tuhaf adetler görsem memleketimi özlerken buluyorum kendimi. Hepsi bu...


ÖNCEKİ YORUMLAR:  

Yazan:dolphinblue | Tarih: 2007-07-05 09:48:31
Konu: ...

bu kutlama nasıl yapılıyor çok merak ettim mutlaka yaz olurmu
ps: çağlara fazla destek verme istersen!
................
Kutlamayı yazacağım dolfin, artık sen de balayından gelince okursun.
Yazan:hbasak | Tarih: 2007-07-05 10:18:08
Konu: 29 Ekim

Ankara'da oturduğum yerde apartman toplantıları İstiklal Marşı ve Ata'ya Saygı Duruşu ile başlıyordu, ciddiyim.... bizim apartman yöneticisi bu yazıyı okursa "iyi fikirmiş" deyip, "bundan böyle 29 Ekim'lerde bahçede toplanıp şiir ve marş söyleyerek cumhuriyet bayramını kutlanacaktır" diye yazı dolaştırabilir; gözünü seveyim böyle şeylere özendirme milleti.
..............
Çok ilginç bir kişilik olmalı sizin yönetici başak. İzmir' de bizim sitede de her bayram öncesi karşılıklı iki apartmanın balkonlarına ip gerip kocaman bayrak asma töreni yaşanırdı. İpi hep, ucuna taş bağlayıp karşı balkona fırlatıklarını sanırdım. Oysa yöntem basitmiş, her iki balkondan da uzun ipler yere atılır, yerde bayrak deliklerinden geçirildikten sonra birbirine bağlanıp, balkondaki, emekli subay olan komşularımız tarafından var güçle çekilirmiş. Paylaşmak istedim.
Yazan:hicasliyok | Tarih: 2007-07-05 11:18:20
Konu: Davet

Adamlar parti yapmaya yer arıyorlar gibime geldi. Bizim milli bayramlarda öyle pek resmii oluruz. Sabah kalkınca dedeme asker selamı verilir mesela :)).. Kaldı ki parti yapacağız da şıkıdım şıkıdım oynayacağız.. Oldu....
Bana da kendin için bir şey istemiyormuşsun gibi geldi. Acaba noldu nooldu :)
Devamında görüşürüz YEC!
ASLI
***

Yorumu düzenlemedim aslında sadece sonradan okurken konusuna niye "davet" yazdığımı merak ettim.Değiştirecektim vaz geçtim. . :))
...........
Devamı yazacaktım bu akşam ama anneannemin tavukları gibi kümese girip uyuma saatim geldi diye anca bu yorum altlarını yazabildim aslı. Tespitin doğru, parti için yer arıyor bunlar.
Yazan:ömürcek (Fabrika Ayarları) | Tarih: 2007-07-05 21:53:16
Konu: Olmadı joni...

:D:D:D alahım koptum walla.. bu Amerika'lılar da bir garip.. Her şeyde çılgın partiler düzenliyorlar, milli bayramlarında bile. Ben de sorup duruyordum bu adamlar maaş almak için orduya neden giriyorlar, part-time iş gibi...
Yok kardeşim yok, bu joniler bizi bozar.. Neyse bakalım nasıl kutluyorlarmış Amerika'nın bağımsızlığını :)
................
Selam ömürcek, askerlik dedin de bizim ev arkadaşına (ki halis muhlis Türk' tür) ABD ordusuna kaltılma çağrısı geldi. Vatandaş olup olmaman bile önemli değil, askerliği methedip paralı asker olarak çağrıyorlar seni. Yahu aslında ordularına katılsak uçak biletini bedavaya getirir miyiz diye düşündük bir ara. Nasıl olsa Irak' a gönderecekler. Kuzey ığraktan kamil koç a binip geliriz...
Yazan:dolphinblue | Tarih: 2007-07-09 17:51:02
Konu: aaaaaaaa!

saçımı başımı yolucam şimdi yaaaa!
sendeki o yoğun çalışma trafiği olduktan sonra bu hikaye hep tu bi kontinyu olacaktır be yec'im gitte kutla artık şu milli günü bizde nasıl bişeymiş öğrenelim bir an evvel :)
ps: sibakstaki çağların uyarısını okumasaydım eğer yazının altına yeni bir yazı eklediğini fark etmeyecektim hiç...
benim gibi fark edemeyenler varmış gibi hissediyorum ben
bişiler yapmalısın bu duruma bence...
..............
Evet sanırım artık daha çok kişi anlamış
Yazan:sevenmonths | Tarih: 2007-07-09 17:56:12
Konu: e hadi bacanak...

gir artık parti evine... aç şarabı, ikram et şu kıza bir kadeh, bir kadeh de kendin al ki, karşılıklı içebilesiniz... sonraaa... dansa kaldırman lazım daha dimi..? fonda sezen aksunun şarkısı başlamalı ağır ağır... "savaşma seviş benle"...
tabi tabi... ağır ağır başlamalı... :P
allah allah, bunları da mı ben öğreticem sana yecaittin...
.............
Bacanak saol da, şarkı çalsa bile malum bir türkçe tercüme gerekiyor. Tercümeyi yaparken de şakkadanak tokat yeme ihtimali var. Dur dur daha yazcam, yavaş yavaş... 
Yazan:dolphinblue | Tarih: 2007-07-09 20:07:00 
Konu: eeeee sonra!
ha ha
sezen aksuymuş! miami'de hemde :)))
yav sevın iyisin dimi sen? kıbrıs sıcağı sana olmayacak şeyler ürettiriyor galiba :)
bu arada o arkadaş bayan mı yoksa bunu anlamayan tek kişi benmiyim?
.............
Valla, bu önemli noktayı anlamayan başka insanları da davet etmek istiyorum buraya. Arkadaşlar buyrun, dolfini yalnız bırakmayalım.
Birinci bölümde geçiyor dolfin, 60 erkeğin arasındaki tek bayan diyor çocuk...
Yazan:hayat1987 | Tarih: 2007-07-10 08:53:22
Konu: günaydın

bizimkinlere 29 Ekim için parti vericem desem bu kız manyaklaştı artık diye yüzüme baktıklarını görür gibiyim de bende böle bişi sölemem zaten :)
..............
Bak 30 ağustos yaklaşıyo hayat, bir dene bakalım, nasıl tepki verecekler :)
Yazan:hbasak | Tarih: 2007-07-10 13:34:58
Konu: şehirlerin yalnızlığı

Ballandıra ballandıra anlatmak diye buna deniyor sanırım......3. bölümdeyiz daha evin yolunu bile bulamadık :)

Şehirlerin yalnızlığı mevzusunu sevdim. İnsanların kendinden emin koşuştuğu yerler hakikaten ne de çok yalnız hissettiriyor insana kendisini. Mayami'lere kadar gitmeye gerek yok, ben Levent'te, Maslak'ta bu duyguya kapılırım (Levent Çarşısı biraz kurtarıyor insanı gene de). Aylak gezinen, banka oturmuş çevreye bakınan, dükkanının önünde tavla oynayan insanların varolabildiği mekanlarda rahat hissediyorum kendimi....Bu tip yerlerde bile adres sorma davranışı yokolacak diye endişeleniyorum; zira artık cep telefonları var; adresi bulamayan telefona sarılıyor; gideceği yerdekileri ya da tarif edebilecek tanıdığı birini arayıveriyor; ben kızıyorum buna, köşedeki bakkala sorsana! İnsanlar böyle böyle birbirinden uzaklaşıyor sanırım...Taa uzaktaki tanıdığımız ile her an iletişim halindeyiz (bakınız "kızım nerdesin vardın mı?", "dolmuştayım, birazdan inicem" replikleri) ama yanıbaşımızdaki yabancıya başımızı çevirip bakmıyoruz bile....Kolaylıklar iyi güzel de, yalnızlığı arttırıyorlar evet...

Şimdi aklıma geldi, bunu da yazmadan çıkmayayım..
ABD'de dükkana-sokaktaki adama adres sorma işini ben geçen sene Seattle'da yaptım. Ne kadar büyük heyecan uyandırdığını anlatamam. Sorduğum dükkandaki kadınlar seferber oldular, harita buldular, telefonlar ettiler (aranılan müze sadece 3 sokak ötedeydi ama farkında olan yoktu)....Sokaktaki adam "aslında ben de buraların yabancısıyım, dedelerim Polonya'dan gelmiş" diye soyunu sopunu anlatmaya başladı...?! Sokakta durup tanımadığı biriyle iki çift laf etmek büyük olaydı yani..
.............
Başak Siatıl ın sosyal hayatını hareketlendirmişsin bir başına... Yalnız dikkat edelim, sorulan yer bir müze... Dünyanın neresinde olursa olsun Başak, ya bir konser, ya bir müze ya da bir sergi arıyor. Ben 8 aydır daha üç kere müzeye gittim. Üçünde de aynı müze ama :) 
Yazan:dilsizmutercim | Tarih: 2007-07-10 17:55:41
Konu: xyz

Amerikalıların bağımsızlık günü kutlamalarını duyduğumda ben de senin veridğin tepiki vermiştim. Bloğumda da benzer bir şekilde en son yazımda dile getirdim tevafuk olmuş. Yani dağdan gelmiş bağdakini kovmuş sonra da bir de bunu ülke genlinde kutluyor desem, dağ, bağ ve kovmak kelimeleri bile olayın vahametini, trajikomikliğini yansıtmaya kafi gelmiyor benim bilincimde.

Türkiyeyle kıyaslaman da oldukça otantik. Türkiye'de çok resmi tatil var diye hayıflanır bazı insanlar. Burda hergün bayram. İletişimlerde o derinliği göremesem de çalışma zamanı işin hakkını veriyorlar sonra da eylenmenin hakkını.

"Törenin son bölümünde ise senin de katılımlarınla balkondan kuş kakası temizleyeceğiz" dedi mi?" kısmınaysa çok güldüm. Ütü konusunda da türünün tek öreneği olmasan da hala bekarlık sultanlığının sahne arkasını yansıtması adına önemli bir ayrıntı:)

Benim düldül de 15 yaşında tanıdık! bir Türk tavsiye ettiler arabayı aldık meğer egzosunun sadece dışarıda gözüken borusu varmış gerisi yokmuş çürümüş. Yolda giderken park halindeki tüm araçlar gürültüsünden alarma geçiyordu. Tekelek düzeneğindeki demirlerin de hepsi çürümüş tamirci nasıl taklı atmadınız anlamadım dedi. Astarı yüzünü geçti. Ama şimdilik iyi gidiyor, ellerinizden öper. Tanıdıktan alma gafleti tatlı mı ne, dikkat edeyim diryoum gene bir yerden vuruyorlar kazmayı taa buaralarda bile!

Güney kuzey işini de kapı numaralarındaki büyüme ve küçülmeden çıkartıyorum ben kolaylık oluyor. İşin en kötüsü Chicago gibi bir yerde kaybolduğunu anlamadan uzun bir yol gidersen oluyor. Herkesin yolları bilip, yardıma muhtaç olmadığı bu yerlerdeki iletişimsizlik ve yalnızlığa değinmişsin kesinlikle katılıyorum. Ve bu konuda çok zorlanıyorum. Burda halen bazı Türkler benzin istanyonundan dön diyebiliyorlar:) Ama gerçekten güzel bir sistem kurmuşlar. 12 saatlik bir yol gittik yarım saatlik bir şaşırma dışında hiç kaybolmadık. Türkiyede olsa imkansız. Zaten bizim sonunumuz batı ülkelerinin nerde gereksiz, toplumu tahrip eden özelliği var onu medeniyet diye elekten geçirmeden bünyemize almak. Böyle pratiklikleri emek istediğinden görmezden gelmek malesef.
Sağolsın paylaşımın için. Umarım sağsalim ulşamışsındır gideceğin yere...
.................
Dilsizmütercim teşekkür ederim, yazı gibi yorum olmuş bu. Demek Şikago' dasın. Gurbetlik halini yaşayan bilir diyelim en iyisi...
Yazan:figoltx | Tarih: 2007-07-10 21:02:18
Konu: Ver iz dı parti?

Yarın Fransa'ya dogru yola çıkıyorum, ben eve varana kadar sen partiye intikal etmiş olursun umarım. Heyecanla bekliyorum gelişmeleri.
..............
it iz a pensıl, dis iz a buk!
Valla sen yine de biraz dolaş derim eve varmadan. Ben vakit bulamıyorum çünkü yazmaya :)
Yazan:farmau | Tarih: 2007-07-12 23:59:30
Konu: veee

bu sonu gelmez heyecana daha fazla dayanamayan okur çat diye çatlar:PP
.............
Tüm okurlardan çatlama ve yarılmalar için özür diliyorum, elimizde olan bir mevzuu diil ama farmau, biliyosun.
Yazan:imbirgaripsinbirgaripler | Tarih: 2007-07-13 23:12:52
Konu: **

canım bizim resmi bayram adı üstünde pek resmi oluyor.şimdi bide şu var ya parti de insanlar bu eğlenme işini abartırsa köpük banyosu falan işin içine girerse...bu da abartı oldu gerçi.bu 4 temmuzu geçen bi filmde görmüştüm ordan biliyorum ben de güzel bir adet,gelenek,görenenk.devamını merakla bekliyoz.yani ben en azından ama bekliyozdur herhalde de mi :pp
............
Köpük banyosu mu dedin imbir, yok valla benim hikayede böyle bir mevzu. Olsa fena mı olurdu, olmazdı heralde. Bi de kese attırırdık...
Yazan:ipeksol | Tarih: 2007-07-14 22:55:57
Konu: düş 

yahu yec..
ayol yec

sen mayamiye gitti gideli komiküstü bişi olmuşsun..
koptum gülmekten..valla bay T garip garip bakıyor bana.."şu bizim mayamili 1.yecyus yine coşmuş " dedim kendisine..artık tüm blog camiasını yakinen tanıdığı için bana "haa..şu sebebsiz güldüren yec mi". diye de onay verdi..okuyup gülebilirim yani..ama ..ama..tam da gazı vermişken senin yazın bitii..şimdi yazının devamı için bekle dur..
 
uzatma arayı..ağzımız açılmışken bide kahkaha fena mı olur
gönlünce yec
özledim valla seni
............
Saol abla, desteğiniz ve takdiriniz için teşekkürler. Bay T' ye de en derin saygılar. Yazıyı şöyle bir yirmi bölüm uzatayım dedim ama ne gerek var yahu, yazayım bitsin. Ben de kurtulayım siz de!
Yazan:ipeksol | Tarih: 2007-07-16 10:11:59
Konu: bişi bişi

zuhahahahaha diye gülerken ahhh..ahhh diyede hüzünlenilmez dimi..
sen bunu yaptırdın işte..
ne güzel duygu geçişleri..ne tatlı nüktedanlık..
süper yazmışsın yec..ama üzülme nasılsa buralar hep senin..şimdilik idare ediver..olmaz mı
............
Saol İpek, hüzün demeyelim ama özlem oluyor. Normal aslında olması da :)  
Yazan:hbasak | Tarih: 2007-07-16 10:31:41
Konu: karşılama-uğurlama

Tuhaf mu tuhaf adetler! Beni, tanıdığım Amerikalı dostların karşılamasından çok uğurlaması etkilemişti...."Ben artık kalkayım" diyorsun. "Güle güle" diye oturduğu yerden el sallıyor. İşin yoksa "Yani ne yapayım, kalkıp kapıya doğru yürüyeyim mi, yoksa bekleyeyim mi, acaba ev sahibi benim gidişimle ilgilenecek mi" diye tereddütler içinde şaşkın bakakal. Biz kapıya geçirilmeye alışkınız...Apartman kapısıysa asansör gelene kadar beklenmesine...Hatta ve hatta kimi durumlarda arkamızdan su dökülmesine.....Kendi kendime kapıya doğru yürürken ne kadar aldırmamaya çalışsam da her seferinde sanki kovulmuşum gibi berbat hissettiğimi unutmam..
............
Haklısın, uğurlama faslı aynen öyle oluyor. Alıştık artık, yalnız tek başına çıkış kapısını bulmak bazen zor olabiliyor Başak.
Yazan:dolphinblue | Tarih: 2007-07-16 23:04:26
Konu: :)))

Lori'ye bayıldım bence onunla mutlaka evlenmelisin!
hahahahaahaahaaa

yav yec o kadar çok güldüm ki okurken tarif bile edemiyorum. yani ben böyle bölümlere bölerek yazdığın bu dizinin sonunda cidden keyif aldığını falan düşünüyordum. ama farkettimde sanırım misafirperverlikte amerikalılar ingilizlere göre sınıfta kaldı.. onlar kapıdan içeri girdiğinde dakka bir gol bir şeklinde sana ne içersin diye sorarlar. ve mutlaka yenilcek bişey verirler eline şayet yemekli bir davetse. adam başına göre hesap ederek yaparlar zaten...

resmen türk gibi kalmışsın orda. allahtan davet edildiğin halde böyle bir muamele görmüşsün ya çat kapı gitseydin allaaaah düşünmek bile istemiyorum valla...

bu arada araya koyduğun reklam çok orjinaldi... bir 10 dakka kadar gülüp anca devam edebildim yazıya... bölümleri numaralarken hata mı yaptın sen? yoksa burdan bana öyle mi göründü yine? :)
..............
Evet, 4 ü atlamışım sanırım. Tamam düzeltiyorum, uyarın için saol. Bu anlattığım olay bir sokak eğlencesi nihayetinde. Eve gidince yine birşeyler ikram ediyorlar. "Buzlukta pizza var, ister misin?" gibi...
Yazan:figoltx | Tarih: 2007-07-16 23:28:06
Konu: ???

Yec Bolum 4'un alti mi tuttu?
Alti tutmus daha da lezzetli olur :))
.............
Hehehe, tam numara dördü pişirirken telefon geldi figoltoks, dalmışım...
Yazan:farmau | Tarih: 2007-07-17 03:43:11
Konu: *

Ya sürekli aynı şeyimi söylüyorum ama yanak kaslarımı zedelendi resmen gerilmekten ,saat 03: 38 ve ben kopmuş durumdayım:))

Reklamlardan beri benden haber alınamıyor,biraz daha gülersem kombiye fenalık geçireceğim:)
Bir de özlemek her zaman zordur da bu bir başka farkındayız:(
Bak buğünler geçecek ve günler sonra sen arkadaşlarınla oturmuş oturduğun iftar sofrasında bunları anlatıyor olacaksın belki de:)

Bu arada hani demiştim ya okuyucu çatlar diye ama sanırım gülmekten bu sefer:)
...............
Yok valla, ilk günler kadar üzgün ve yalnız hissetmiyorum farmau. Alıştım bir şekilde ama şu "nasır" mevzusu var biliyorsun. Ara sıra üstüne denk geliyor.
Yazının seni güldürüp eğlendirmesine çok sevindim. Amaç bu zaten. Kimse gülmedikten sonra ben niye yazardım böyle uzun yazı? 
Yazan:acikdeniz | Tarih: 2007-07-17 14:47:04
Konu: ..

Merhaba,
Biz ve onlar diye karşılaştırma yaparken kimi zaman aferin bize dedim, kimi zaman da adamlar yapmış yaa:) dedim çoğu zaman da güldüm :)) Kimi zaman da bu gülmecenin içine özenle yerleştirilmiş (yerleştirişmiş demek yanlış olur belki o zaten var.) özlemi hissettim..
Güzel yazıydı Yec
...........
Saol acıkdeniz, pilav üstü az kuru gibi işte bizimki :) 
Yazan:sahafci | Tarih: 2007-07-17 23:32:48
Konu: reklamlar

Reklam olayına bayıldım :))
...........
Ben de gelen paracıklarıma bayıldım. Hihohoho!
Yazan:imbirgaripsinbirgaripler | Tarih: 2007-07-22 07:24:48
Konu: :)

beklediğime değmiş hemen bir solukta okudum.reklam kısmında koptum:)cuma günkü istiklal marşı töreni benzetmesi de çok hoşuma gitti eheh.ama pek misafir perverlermiş...mi?yok yahu misafir nasıl ağırlanır gelip buraya görsünler.
............
O diil de imbir, sen ne zaman geliyodun buraya? :)
Yazan:isimsiz | Tarih: 2007-12-17 14:38:46
Konu: staj

merhaba kardes amerikada golg sahalarında nasıl staj ayarlayabilirim ?
............
Selam kardes, benim bu ise bulasmam biraz şans eseridir, o yüzden şunları şunları yap diyemem. Ama Abd de staj ayarlayan bazı şirketler var, onlara bir danış derim. Kolay gelsin.

Hiç yorum yok: