18.07.2008

Demiryolu Günlüğü 5


Trenimiz an itibariyle Oha ya! (Ohio) eyalet sınırlarına girdi. ABD içerisinde bir eyaletten diğerine geçerken hiçbir şey farketmemenize karşın, bir sınırdan ötekine atladığınız anda tabi olduğunuz kural ve kanunlar büyük ölçüde değişmiş olabiliyor. Yani bir eyalette suç olan bir hareket diğerinde daha az ya da daha çok suç olabilir demek bu (hiç suç teşkil etmemesi de mümkün tabi) Amerikalıların anlattığına göre profesyonel hırsızlar hangi eyalette hangi suçu işlemeleri gerektiğini iyi bilirlermiş. Bu iş migros, tansaş bültenlerini takip edip hangi mal nerede daha ucuz diye araştırmaya benziyor... Aklıma gelen bazı tuhaf ilanlar şöyle: 

" Adam bıçaklamada yüzde yirmiye varan tenzilatlar- Kuzey Karolayna "
 

" Irza geçmek artık zor değil! Altmış yaşın üzerine yapacağınız her girişimde yüksek oranda affedilme garantisi! 40-60 arası 2 yıldan başlayan hapis olanakları... Minesota' ya gelip çeşitlerimizi yerinde görün!"
 

- Aysel, duydun mu? Alabama' da haneye tecavüz ağır suçlar kapsamından çıkarılmış. 
- İnanmam!  
- Üstelik hafta sonları altıdan sonra yapacağın her gasp, adi hırsızlık ve soyguna bir çekiliş kuponu...  
- Mümkün değil! 
- Yalanım varsa şurdan şuraya gitmek nasip olmasın.

>>

Daha önce bana dokunmayan yılan kuyruğunun ucuyla da olsa hamle yapmaya başladı. Trabıl gay' ın koltuğuna dönüp ağzından alkol bulutları çıkararak sağa sola laf atmasının üzerinden sadece on dakika geçmiş olması, orada oturmayı sürdürdüğü sürece başımıza neler gelebileceği hakkında önemli ip uçları veriyor. Bilgisayarı koltuk altıma sıkıştırıp tavlada yenilmiş adam misali kızgın kızgın terkediyorum vagonu. Ben trabıl gayın yakın çevresinden ayrılan son kişiyim. Trabıl gayın yakın çevresi içindeki en sabırlı kişi.

Kendi kendine zırt pırt durma huyu olan trenimiz gecenin dört küsüründe tekrarlıyor adetini. Uykuyla uyanıklık arası bir haldeydim. Yanımdaki teyzeler tam gaz dedikoduya devam etmedeler, fakat rahatsızlık vermemek üzere konuşmayı fısır fısır kıvamına çekmişler. Bu fısır fısır' ların normal ses tonundan daha sinir bozucu olduğunu eminim akıllarına bile getirmiyorlar.
 
Üç polis dalıyor vagona, hafif bir koşma temposu içindeler. Trendeki güvenlikten farklı, bayağı üniformalı polisler bunlar. Meraklıca yerimden doğrulup arkaya doğru bakıyorum. Trabıl gay' ın oturduğu koltuğun orada duruyorlar. Çok geçmeden trabıl guy "Vay yu gays badıring mi?" favori sorusuyla beraber giriyor aynı kapıdan. Gözlerimi oğuşturup daha dikkatli bakınca ellerininin arkadan kelepçeli olduğunu farkediyorum.

Polis "göster" diyor. "Hangisi senin eşyan?"
 
İki adet naylon poşet... Bu dakikadan itibaren bela adamlıktan ayrılıp zavallı adamlığa terfi ediyor nazarımda. Kafasında taşıdığı kıvılcımlar çıkaran o düğmeleri olmasa pekala trabıl guy da çocuklarına götürmek üzere erik pestili taşıyor olabilirdi bu naylon poşetlerde. Ve belki de gerçekten erik pestiliydi onlar, kim bilir?..
 
Vagonun geniş pencerelerinden bir amerikan polisiye filmi izler gibi izliyorum gerisini. İki polis koluna girerek ekip otosuna bindiriyor... Diğer polisler naylon poşetlerle beraber öbür arabaya biniyor. Karanlığın içinde hiçbir şeyin ortasında bir yerdeyiz. Trenden adam indirmek için niye böyle bir buluşma noktası seçidiğini anlayamıyorum doğrusu. Polis arabaları uzaklaşır uzaklaşmaz tekrar homurdanıyor lokomotif. Galiba filmin son sahnesi bu, hani neredeyse jenerik yazıları inmeye başlayacak... 

Tabi bir tren penceresinden çok fazla şey beklememek lazım. Yazı mazı yok. Biraz parmak izi, biraz leke. Hepsi bu. Kafamı çevirip trabıl gayın koltuk arkadaşına bakıyorum. Gözlerini tavana dikmiş tarifsiz bir huzurla gülümsüyor.

**

Sabah kalktığımda unutulmuş bir rüya kadar uzak herşey... Sırtım tutulmuş, kıyafetlerim ter içinde... Kabus görmüş olmalıyım. Makinist özür dileyen bir konuşma yapıyor şimdi, ellerinde olmayan sebeplerden ötürü üç saat dışına çıkmışız programımızın. Bir programımız olduğunu bilmiyordum doğrusu, haybeye gidiyoruz sanıyordum :)
 
Büyük hayal kırıklığı... Trendeki anonsları yapan makinist değil kondüktörmüş, şimdi general şapkasını ve elindeki telefon ahizesini gördüm. Ortalıkta tren sahibi gibi dolaşması boşuna değilmiş demek... Bizim memleketteki garibim devlet memuru kondüktörlerden beş kat daha dik yürümesinden anlamalıydım bunu. Dik diyorum ama siz doksan dereceden de dik bir açı hayal edin.

- Pıt pıt pıt...
 
Bir saniye yeni bir anons:

- Sayın yolcularımız şu an itibariyle doğu saat diliminden çıkıp merkez saat dilimine girmiş bulunuyoruz, lütfen saatlerinizi ayarlayın"

Oldu mu şimdi !? Gördünüz ya fazlasıyla batıya gelmemin cezası bu. Memleketimle aramdaki 7 saatlik fark yeterince can sıkıcıyken şimdi buna bir saat daha eklemek zorundayım. Neden? Çünkü ABD' deki zaman dilimleri arasında yer değiştirdim. İstemeden oldu.
 
**
 
Şikago İstasyonu' na üç saat rötarlı gelmiş bulunuyoruz. Sağolsun trabıl gayın önemli payı var bu gecikmede... Diğer yolcular için çok fazla birşey değişmemesine karşın benim zaten kısıtlı olan Şikago' yu gezme zamanım iyice azalmış oldu. İki saatte ne yapılır, şehrin neresine gidilebilir hiçbir fikrim yok. İstasyonun bulunduğu semt gökdelenlerle dolu. Yürüme mesafesinde bulunan yapıların fotoğraflarını çekip tekrar istasyona dönmeye karar veriyorum. Yapabileceğim en mantıklı hareket bu.


Nerde trak orada bırak, Amtrak! Trenimin kalkmasına az bir zaman kala tekrar istasyondayım. Karnım aç! Tahmin ettiğiniz üzere istasyon içinde bir kebapçı bularak karnımı fevkalade doyuruyorum. Yayık ayranı uykumu getirmese bari... Oradan çıkıp Bolu' lu Hasan Usta Şikago İstasyon Şubesi' ne geçiyorum. Yo söylemeden geçemeyeceğim, kaymaklı ekmek kadayıfının kaymak kıvamını iyice bozdu bunlar. Biraz dikkat, biraz özen diyorum...

Trenin kalkmasına 20 dakika var. Bir Vatan gazetesi alıp çay söylüyorum. Hımm, hımmm, hımhım... Adurrahman Yalçınkaya' ya yönelik asılsız iddialar...
 
**
 
Doğrusunu isterseniz kendimden böyle bir yazı performansı beklemiyordum. İki gündür boş kaldıkça bilgisayara deftere sarılıyorum... Sanırım bu biraz da trenlerde yapacak daha iyi birşey bulamamamdan kaynaklanıyor. Yine trendeyim ama bu son! Şikago' dan kalkıp taa Los Encılıs' a giden bu seferkinin ismi Teksas Kartalı. Vay anam vay isimlere bak hizaya gel... Dostumuz kartal zamanında alçalabilirse Sent Luis semalarında bırakacak beni. Bundan sonra yolum bitiyor diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Sent Luis istasyonunda beni karşılamaya gelecek kişiyle tahminen üç saat sürecek bir araba yolculuğunun ardından nihayet Ozark Gölü' ne ulaşabileceğiz. Tabi bütün bunlar Ozark Gölü' nün kabahati değil. A ve B kentleri arasındaki en uzun yolu kendi rızasıyla seçmiş olan bir C kişisinin, yani benim kabahatim. Tabi kabahat denilebilirse, sonuçta bir deneyim bir açılım, bir bir...
 
Aha, geyik geçti önümden. Şaka yapmıyorum, tam bu anda kafamı çevirdiğimde çalılığın arkasına kaçan yavru geyiği gördüm. Yani boyutlarına bakarak yavru olduğunu tahmin ediyorum. Tabi bana bir işaret te olabilir bu; geyiği kes, yazıya dön gibi...
 
Biliyor musunuz, Mayami' den çıktığımdan beri bir daha hiç rastlamadım bavullarıma. Umarım onlar da benim bindiğim trenleri tercih etmişlerdir. Aksi takdirde çok fena kızıp kulaklarını çekeceğim. Üç saat içinde anlaşılacak bu, ben indikten sonra peşimden inmedikleri takdirde vay hallerine.
 
O değil de tren geri geri gitmeye başladı şimdi de! Şaka yapmıyorum. Bazen yanındaki tren ilerlediği zaman sen geri gidiyormuşsun gibi olur ama öyle değil, meranın ortasındayız. Başka tren yok. Geyiği gördüğüm yere tekrar geldik. Geyik yok. Durduk. Bekliyoruz. Haydaa! Gidiyoruz. İleriye bu sefer.
 
Trenlerle ilgili çok güzel bir fıkra biliyorum anlatayım mı? İki gündür istasyonların önünden gelip geçiyorum ya, oradan aklıma geldi... 


İki arkadaş trende gidiyorlarmış, biri diğerine demiş ki "bu yaklaştığımız istasyonda hafızasının gücüyle ünlü bir hareket memuru vardır, ona isteğin herşeyi sorabilirsin"  

İstasyona varınca camı indirmiş diğer adam ve hareket memuruna doğru seslenmiş "Bakar mısınız size bir soru sorabilir miyim?" "Buyrun" demiş hareket memuru. 

"Acaba bu sabah kahvaltıda ne yediniz?" 
Hemen cevaplamış memur "yumurta" diyerek...
 

Aradan tam on beş yıl geçmiş, fıkra bu ya bizim iki arkadaşın yolu yine bu istasyona düşmüş. Bir de ne görsünler memur hala aynı memur... Camı indirmiş yıllar önce soruyu soran adam "Nasıldıııııııı?" diye bağırmış. 

Hareket memuru sesin geldiği yöne bakmış önce, sonra gülümseyerek yanıt vermiş:
 

"Rafadan"


Bu sonuncu tren seferim diğerlerine göre oldukça kısaydı. Zamanımın çoğunu bilgisayar başında geçirdim zaten. Başımı kaldırdığımda bir de baktım ki Sent Luis' e gelmişiz. Misisipi nehrinin kıyısındaki bu eski kenti dilediğimce fotoğraflıyamıyorum çünkü hava iyiden iyiye kararmış durumda. Tek yapabileceğim camı açıp sindire sindire izlemek...


Ve hiç bitmeyecek gibi görünen bu amansız yolculuğun son karesi... Hayatımın sonraki dört ayını geçireceğim Mizuri (Missouri) eyaletindeyim artık. İstasyonun kapısında beni karşılamaya gelen Sue ile buluşuyoruz. Elimdeki ufak çantayı göstererek " tüm bagajın bu mu? " diyor. "Umarım, değildir" diye cevap veriyorum.
 
Çok geçmeden çekici araç gözüküyor valizlerimle birlikte. Çok şükür... Sanki bu kadar yolu ben değil de valizler yapmış gibi hissediyorum birden. Hatta ben hep buradaymışım da bugün onları karşılamaya gelmişim gibi...
 
Bavullarımı koklayıp Sue' nun kamyonetine bindiriyorum. Mis gibi temiz çamaşır kokuyor gözünü sevdiğim... Araca biniyoruz. Sue, diyorum "kusura bakma, birazdan hissetmeye başlayacağın yorgun beden kokusu yüzde yüz bana ait olmakla birlikte, mağduruyetimi ifade edebilecek geçerli sebeplerim olduğunu da bilmelisin..."
 
Tabi böyle komplike bir cümleyi ingilizceye çevirip söyleyebileceğimi düşünmüyosunuz di mi? Onun yerine şöyle gelişiyor konuşma:

Sue- Birşey kokuyor sanki
Ben- Yoo, bana gelmedi... 


-SON-
 

Hiç yorum yok: