17.07.2008

Demiryolu Günlüğü 4


Nihayet Şikago trenindeyim. Canımı sıkan iki nokta var:  

1- Bu trende priz yok (ütüyü nereye takacağız?)  
2- Bilgisayarımda bir atımlık güç kaldı.

Canını sıkan bunlar olsun aslanım, diyerek zor günler için sakladığım çizgili defterimle kalemimi çıkarıyorum. Çok eski zamanlarda insanlar yazı yazmak için bu gereçleri kullanırlarmış. Böyle yazmak zor olacak elbet ama en azından satırbaşlarını not edip elektrik bulduğum yerde temize çekebilirim.


Yolculuğun ilk dakikalarında hiç sesi çıkmıyor gürültücü zenci adamın. Acaba uyumuş olabilir mi diye dönüp çaktırmadan bakıyorum. Gözlerini camdan dışarı dikmiş çakmak çakmak bakıyor. Belli bir şeyler var kafasında. Normal insanlarda olmayan, uygunsuz bir yerine basıldığı zaman kıvılcımlar saçan bir kafa bu. Aman diyorum, böyle camdan baka dursun derin, rahat, sakin... Ve yol boyunca kulaklarımdan düşürmediğim Erkan Oğur türkülerini dinlemeye dönüyorum.
   
>>
 
Vaşintın Disi' nin yoğun kent görüntüsünden bağ, bahçe, tarla manzalarına geçiyoruz. Trenle seyahat etmenin belki de en keyifli yanı gözlerinizin önünden akıp giden bu hayat parçalarıdır. Dünyada bir daha hiç karşılaşmayacağınız insanların kahve sefalarına tanık olursunuz. İçinde hiç ibadet etmeyeceğiniz kliselerin bahçesinde koşan çocuklar görürsünüz. Bu kasabadan hiç çıkmadan yaşlanıp ölenler var mıdır?.. Hah, mezarlık ta buradaymış... Küçükken oynadığım "eğer orada doğsaydım" oyunu geliyor aklıma. Türkiye' de İstanbul şehrinde bir türk vatandaşı olarak doğmak yerine Afrika' da bir kabilede avcı bir ailenin kalın dudaklı çocuğu olarak dünyaya gelseydim eğer... Yine benzer düşüncelere ve huylara sahip olur muydum? Belki evet, belki hayır. Ama şurası kesin ki önünden geçtiğimiz bu küçük Amerikan kasabalarından birinde doğmuş olsaydım ne Türkiye, ne de türkler hakkında en ufak bir fikrim olmazdı. Dört çeker cipimle kız arkadaşım Meriyen' i görmeye giderken önümü kesen bu uzun Şikago trenine sağlam bir küfür basardım.
 
Çocukluğumda resmini yaptığım kara trenler gibi dumanını savurarak olmasa da ona eşdeğer bir gürültü çıkararak ilerliyor şimdi lokomotif... Oturmaktan sıkılıp dolaşmaya karar veriyorum. Bu sefer yanımda muhabbet şinas bir zenci bayan var. Onun verdiği rahatlıkla bilgisayarımı, çantamı rahatlıkla bırakıp gidebilirim. Yani daha önce yaptığım gibi her ayrılışta tüm eşyaları valize kaldırmadan!..
 
İlk işim tuvalete gidip yüzümü yıkamak oluyor, sonra klozetin kapağını kaldırıp içeri bakıyorum. Bu bir çeşit hobi bende. Ne zaman tuvalete girsem kapağı kaldırıp içeriye bakarım. Nefis! Tertemiz. Vakumlu bir sistem var, suyu öyle bir şiddetle emiyor ki yakalasa beni bile çekip alacak. Bir iki defa daha oynuyorum sifonla. Valla güzel icat... Aklıma bizim TCDD' nin alaturka tuvaletleri geliyor. Ve kapılarındaki o talihsiz uyarı yazıları:

"Lütfen istasyon ve yakınlarında tuvaleti kullanmayınız"
 
Bu uyarının sebebini tuvaleti kullandığım bir anda tesadüfen keşfetmiştim; onikiden vurmayı amaçladığımız o nihai delik, kısa bir boruyu takiben ana yurdu dört baştan ördüğümüz o demir ağlara açılıyordu! 


Tuvaletten çıkıp yemek vagonuna geçtiğimde gördüğüm manzara karşısında şaşa kalıyorum. Adamlar koca bir vagonu olabildiğince pencerelerle örüp yolcular için harika bir yemek yeme ve dinlenme yeri oluşturmuşlar. Altta alışverişinizi yaptıktan sonra pencerelere dönük koltuklardan birine oturup manzaranın tadını çıkartabiliyorsunuz. Trenin iki katlı olduğunu söylemiş miydim? Burası seyr-i alem katı, tam altındaysa aile masaları ve kafeterya yer alıyor... Neyse, bu fotoğrafı çekip biraz etrafı izledikten sonra bir bira almak için aşağıya iniyorum ve bilin bakalım kimle karşılaşıyorum? Ferdi Özbeğen? Hayır... Pek koltuğunda oturmadığı için varlığını neredeyse unuttuğum uzun zenci adam. Büfedeki görevliyle yüksek sesle tartışıyorlar. Sorun sosislinin pahalı olması... Görevli ne kadar alttan almaya çalışsa da çare değil, bizimki hızını almış bağırıyor:

-Zenci olduğum için bana böyle davranıyorsunuz di mi?
 
Kafamı çevirip sırada bekleyenlere bakıyorum, benden başka herkes zenci! Büfecinin kendisi de dahil. Amerika' ya geldiğimden beri yaşadığım en komik şey bu!

-Bayım böyle davranmaya devam ederseniz güvenliği çağıracağım şimdi.
 
...diyor büfeci. Bizimki tam olarak anlayamadığım bir küfür savuruyor. Önümde sırada bekleyen teyze yüzünü ekşiterek yukarıya kaçıyor. Bense yurdum insanlarına özgü bir kavga izleme merakıyla keriz keriz beklemeye devam ediyorum. Büfeci dolapları, çekmeceleri kilitlemeye başladığında bile herhangi bir tedirginlik belirtisi yok... Nihayet elinde jopuyla gelen azman güvenlikçiyi görünce silkinip "sizin de işiniz zor be abi" yılışıklığıyla olay yerini terk ediyorum. Merdivenleri tırmanırken alt kattan gürleyen bas bariton ses "bir daha sorun çıkarırsan seni trenden atarım ha!" diye bağırıyor...
 
Yerime geri döndüğümde konuşkan yol arkadaşımı karşı koltuktaki bayanla muhabbet ederken buluyorum. Annemin şehirlerarası otobüs yolculuklarında yan koltuktaki kadınla akraba olmasından farklı değil bu. Belki tek fark sohbetin benim tahsil hayatım üzerine değil de trendeki kaba adamın yaptığı rezillikler üzerine olması. Tabi bu kaba adam bizim uzun, geveze zenciden başkası değil! Kadınlar ondan bahsederken "trouble guy" tamlamasını kullanıyorlar. Anlaşılan bizimki kısa zaman içerisinde tren çapında bir şöhrete kavuşarak "bela adam" ünvanını almaya hak kazanmış... Şöhretini borçlu olduğu birçok kabahat arasında; küfür etmek, bira şişelerini sağa sola fırlatmak ve yolcularla tartışmak en başta gelenlerden...
 
Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın, diyerek tekrar koltuğuma gömülüyorum. Yapabileceğim çok ta fazla birşey yok açıkçası, Brus Vils gibi kahramanlıklar yapıp treni bu adamdan kurtarayım diyeceğim ama bir kere kel değilim. İkincisi, her yeni sahnede daha da koyulaşan kan lekesiyle kirletebileceğim beyaz bir atletim yok. Benimkiler mavi (bknz, icraatın içinden yazısı) 



ÖNCEKİ YORUMLAR:

Yazan:GAMZE | Tarih: 2008-09-08 14:05:54
Konu: TRABIL GAY
ne adammış ama hakkaten filmlere konu olacak türden keşke onun da bir fotoğrafını koysaydın merak ettim şimdi tabi trabıl çıkarabilirdi:))illa ki insanın yanında birileri olması gerekmiyo bak ne güzel bi yolculuk çıkmış ortaya...benim hayallerimdeki gibi bi yaşam tarzın var ne diyeyim:(
.........
evet tam da dediğin nedenden dolayı fotoğrafını çekemedim gamze. yorum için saol. sen de blog yazıyor musun?

Hiç yorum yok: